Oluşturulma Tarihi: 24 Temmuz 2020, Cuma 09:56
Tılsımlı olduğu düşünülen kapılar, kıyamet tarihinin yazılı olduğu söylenen sütun ve Hz. Meryem'in gözyaşı izleri... Ayasofya'nın okudukça keşfedecek, keşfettikçe seveceğiniz onlarca sırrı var! Yüzlerce yıllık tarihine onlarca hikaye ve efsane sığdıran güzeller güzeli Ayasofya hakkında az bilinen 12 şeyi sizin için sıraladık!
1- Kutsal Kase ile Birlikte Kaybolan Papaz Ayasofya efsaneleri arasında en çok şaşırtanı, kutsal kase ile kaybolan papaz bana göre... İstanbul'un fethi sırasında Ayasofya'da vaaz veren papazın, kasenin Müslümanların eline geçmemesi için bir kapıdan geçip kaybolduğu söyleniyor. Efsaneye göre; papazın kapıdan geçtiğini gören Müslümanlar, arkasından koşsa da kapının dümdüz bir duvara dönüştüğünü görüyorlar. Papazla ilgili söylenen bir başka rivayet ise İstanbul, Hıristiyan dünyası tarafından geri alınırsa kapı açılıp, papazın kaldığı yerden vaazına devam edeceği yönünde...
2- Hz. Meryem'in Gözyaşlarıyla Delinen Sütun Nam-ı diğer ağlayan direğin bir zamanlar Meryem Ana'nın evinde olduğu söyleniyor. Hz. İsa'nın yakalandığını ve işkence edildiğini duyan Meryem Ana, gözyaşlarına boğulmuş ve akıttığı yaşlar bu sütunu eritmiş. Ayasofya yapılırken bu sütun Ayasofya'ya getirilmiş ve kilise bu sütunla kutsanmış. Kutsal olarak görülen sütun hakkında pek çok hikaye bulunuyor. Günümüzde Ayasofya'yı ziyaret edenler, Meryem Ana'nın gözyaşıyla oluşan deliği parmaklarıyla çeviriyor ve dilek diliyor. Sütun bu sebeple dilek sütunu olarak da biliniyor.
3- Hz. İsa'nın Kutsal Emanetleri Ayasofya'da Ayasofya'nın en etkileyici sırlarından biri de Hz. İsa'nın çarmıha gerildiği haç ve kullanılan çivilerin gizli bir bölümde bulunması. Anlatılana göre; Kudüs'ten getirilen bu emanetler, Ayasofya'da gizli bir bölmede saklanıyor. Bu emanetlere Ayasofya'nın ev sahipliği yapmasındaki sır ise Hz. İsa'nın 40 bin yıl sonra dünyaya ineceği yerin Ayasofya olduğuna inanılması!
4- İslam Dünyasını Sembolize Eden Levhaların Sırrı Ayasofya'ya, İstanbul'un fethi ile birlikte camiye dönüştürülmesinden sonra bir İslam mabedi atmosferi yaratmak için pek çok İslami motif eklenmiş. Bunların en önemlisi ise elbette Ayasofya'nın kubbesine yazılan "Allah, göklerin ve yerin nurudur" ayeti. Hz. Muhammed ile birlikte 4 halifenin isimlerinin yazıldığı levhalar ise İslam mabedi yaratılmasında büyük rol oynuyor. Öyle ki; bir dönem müzeye çevrilmek istenen Ayasofya'dan levhalar çıkarılmak istense de bu istek gerçekleştirilememiş. Çünkü levhaların kapılardan geçmesine imkan yokmuş. Kapılardan büyük olan levhaların, bu kadar büyük olmasının gerçek sebebi ise zaten buymuş!
5- Kıyametin Tarihi Ayasofya ile ilgili inanışlardan biri de sütunların birinde kıyametin kopacağı tarihin yazması! Yapının güney girişindeki kapıdan girildiğinde, 3. sütunun üzerinde Hz. Hızır tarafından kıyametin ne zaman kopacağına işaret eden bir tarih bulunuyor. Sütunun üzerinde ise tam olarak şöyle yazıyor: "On Sekizinde Yevm-i Pazar, sene 1038".
6- Ayasofya'daki Tabutun Sırrı Ayasofya'nın kıble kapılarından ortada yer alanın içerisinde bir tabut bulunuyor. İnanışa göre bu tabut yerinden oynatılırsa Ayasofya'nın yıkılacağı düşünülüyor. Kraliçe Sofya'ya ait olduğu bilinen tabutun üzerindeki kubbede ise 4 melek figürü bulunuyor. Azrail, İsrafil, Cebrail ve Mikail meleklerinin figürleri ile tabut arasındaki ilişki incelendiğinde, tabutun yerinden oynatılması halinde Ayasofya'nın yıkılacağı düşünülmeye başlanmış.
7- Taş Kesilen Balıkların Hikayesi Ayasofya'ya gittiyseniz İmparator Kapısı'nın önünde yer alan balık figürünü görmüşsünüzdür. İçerideki her şey gibi onların da bir hikayesi var. Anlatılanlar, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u kuşattığı sırada Ayasofya'daki papazların balık kızarttığını söylüyor. Tavada kızaran balıklar ise İstanbul'un fethedildiğini anlayınca kızgın yağın içerisinden çıkarak taş kesiliyor.
8- Deisis Mozaiğindeki Sır Mozaikleri ile göz dolduran Ayasofya'ya, 1264 yılında bir Deisis Mozaiği yapılıyor. Bu mozaikte yer alan Hz. İsa figürünün ise gerçekten İsa olmadığı söyleniyor. Bunun sebebi ise mozaikte yer alan İsa figürünün sağ kaşı üzerinde yer alan yara izi. Yara izi 11 sayısını işaret ediyor ve bu izin aslında Pisagorcu Tarikat Üyesi Apollon'a ait olduğu biliniyor. "Peki mozaikte neden Apollon var" derseniz cevabı basit: Zorla Hıristiyanlaştırılan Paganlar, mozaiğe İsa figürü yapıyor görünseler de aslında Apollon'u resmediyorlar.
9- Ayasofya'nın Kıble Yönüne Çevrilmesi Anlatılanlara göre; Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethettikten sonra cuma namazını Ayasofya'da kılmak istiyor. İmamlığını da yaptığı namaz sırasında iki kez namazı bozuyor. İlk iki tekbirin ardından üçüncü tekbiri aldığında cuma namazını ancak kıldırabiliyor. Cami ahalisi bunun sebebini sorduğunda ise şu cevabı alıyor: "İstedim ki namaz sırasında bana ve bütün cemaate Kabe görünsün! Bu niyetle birinci ve ikinci tekbirlerde Kabe görünmeyince namazı bozdum, ancak üçüncü tekbirde gözlerimin önüne geldi." diyor. Akşemseddin ise olayı şöyle açıklıyor; "Hz. Hızır saf tutmak için gelirken Terler Direk'e (Meryem Ana'nın Ağlayan Sütunu) parmağını soktu ve Ayasofya'nın yönünü kıbleye doğru çevirdi. Ondan sonra da namaza durdu. Böylece padişah üçüncü kez tekbir getirdikten sonra Kabe'yi tam karşısında gördü."
10- Şeytanın Hapsedildiği Yer: Ayasofya İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi görevini Akşemseddin'e veriyor. Cuma namazına yetiştirilmeye çalışılan Ayasofya'da, ne kadar çaba gösterilirse gösterilsin ilerleme olmayınca Akşemseddin, bunun sebebi olarak şeytanın işçilere verdiği vesveseler olduğunu anlıyor. Bunun üzerine dua edip, Allah'a yakaran Akşemseddin'in duaları kabul oluyor ve Allah, şeytanı Ayasofya'daki bir mermere hapsediyor.
11- Kapıların Tılsımı Bu kadar efsane arasında Ayasofya'ya giden herkesi büyüleyen gösterişli kapıların da bir hikayesi var elbette! Ayasofya'nın birbirinden heybetli 361 kapısı bulunuyor. Ancak 101'i diğerlerinden büyük olan kapıların tılsımlı olduğu söyleniyor. Çünkü bu kapılar ne zaman sayılsa ortaya fazladan bir kapı daha çıkıyor.
12- Pençe Nişanı Ayasofya'nın güneydoğu tarafındaki kubbelerden birinin desteğinde, yerden tam 6 metre yükseklikte bir iz bulunuyor. Pençeye ya da büyük bir ele benzetilen iz hakkında çeşitli söylentiler var. Bunlardan biri; Fatih Sultan Mehmet'in atının korkması sebebiyle bu sütuna elini dayaması. Atın hareketlerinin ise bu sütunu tahrip ettiği söyleniyor. Hikayeyi cezbedici kılan ise yerin 6 metre yüksekliğindeki bir bölgeye atın ulaşması...
DÜNDEN BUGÜNE AYASOFYA Danıştay 10. Dairesi'nin, Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etmesinin ardından Ayasofya'da ilk cuma namazı kılınacak. İşte Ayasofya'nın dünden bugüne tarihi...
Ayasofya Bizans İmparatoru 1. Justinianus tarafından, 532-537 yılları arasında dönemine göre 5 yıl gibi kısa bir sürede İstanbul'un tarihi yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedrali olup 1453 yılında İstanbul'un Osmanlılar tarafından alınmasından sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüştür.
AYASOFYA NE ZAMAN MÜZE OLDU? 1453'te camiye çevrilen Ayasofya birçok defa restore edildi. 1930 ile 1935 yılları arasındaki restorasyon çalışmaları nedeniyle halka kapatılan Ayasofya Bakanlar Kurulu'nun 24 Kasım 1934 tarih ve 7/1589 sayılı kararıyla müzeye çevrilmiştir. 1934 yılından itibaren Ayasofya müze olarak hizmet vermektedir.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi'ndeki gizemli Ayasofya "Türk ve dünya tarihinin en büyük gezgini" kabul edilen Evliya Çelebi'nin, 10 ciltlik seyahatnamesinin ilkinde, durak noktalarından biri olan Ayasofya'ya ait ilginç bilgiler yer alıyor. İşte Anadolu Ajansı'nın derlerdiği bilgilerden bazıları:
AYASOFYA ADI NEREDEN GELİYOR? Evliya Çelebi, Ayasofya'nın nasıl inşa edildiğini, bazı efsanelerden, rivayetlerden, dinlediklerinden, okuduklarından ve gözlemlerinden yola çıkarak şöyle kaleme alır: "Hazreti Adem'in gökten yere inişinden 5 bin 52 sene sonra kenti yönetmeye başlayan Madyan oğlu Yanko'nun torunlarından Kral Vizendon, İstanbul'u yedinci defa onardı, dünyayı kıymetlendiren hükümdar oldu. Vizendon'un Sofya'da doğan kızına, Aya-Sofya adı verildi. Aya-Sofya, babasının İstanbul'un dört bir tarafını yeniden yaptırdığını işitince 2 milyonluk hazine ile yanına geldi."
Evliya Çelebi, Hz. Süleyman'ın yaptığı ibadethane genişletilirken bir adamın gelip 'Bunun bütün lüzumlu şeylerini ve malzemesini benden alın ve şu biçimde bir mabed yapın' diyerek Ayasofya'nın yapılması için gerekli temel bilgileri öğrettiğini dile getiriyor.
Seyahatnamede şu bilgiler yer alıyor: "Ayasofya'nın inşası için yer, Ahırkapı seviyesine kadar kazılınca yer altından sular fışkırdı. Tam bir ay bu temel içinde ateşler yakıp kurşun akıttılar. Sanki mavi-lacivert bir kurşun denizi oldu. Bu kurşun denizi temelde senelerce durduktan sonra İğnados isimli yapıcı bir mühendisin nezaretinde 30 bin işçi, 7 bin amele ve 3 bin usta toplanarak gerekli görüşmelerden sonra kurşun temel üzerine direkler, kemerler ve kubbeler yaptı. Altı su sarnıcı olduğu için zelzeleden korkmamak ve muhafazalı olmak düşüncesiyle temelini önce böyle tamamladılar ve sarnıcı su ile doldurdular. Daha sonra Ayasofya'nın dört duvarının yapılmasına başladılar ki, bunun kuruluş ölçülerini seyreden hayran olur ve yapı şeklini ve yüksek binasını görenlerin başları döner ve sersemleşir."
ÇOK KIYMETLİ TAŞLAR KULLANILDI Ayasofya'nın inşasında dünyanın "yedi ikliminde" bulunan çok kıymetli taşların kullanıldığına vurgu yapan Evliya Çelebi, bu konuda bildiklerini "Yedi iklimden türlü türlü, renk renk şaşılacak bukalemun nakşında iri mermerler, gemilerle taşındı ve Ferhat ayarında sanatkarlar, üstatlar eliyle keskin yerleri aşında, yani tıraşlanıp düzeltildi. O kadar büyük himmet gösterdiler ki, caminin yarısını 7 senede tamamladılar" şeklinde yazıya döküyor.
Taşların çoğunun Ayasloğ ve Aydıncık, renkli mermerlerin Karaman, Şam ve Kıbrıs Adası'ndan, binlerce parlak sütunun Atina yakınlarından ve ham mermerlerin de Marmara Adası'ndan taşındığını aktaran Evliye Çelebi, mimarlarının reisinin ise İğnados olduğunu yazıyor. Evliya Çelebi seyahatnamesinin başka bir bölümünde ise Ayasofya'nın mimarı olarak Hz. Hızır'dan bahsediyor.
MİMARBAŞININ 7 YIL KAYBOLMASININ HİKAYESİ Evliya Çelebi, seyahatnamesinde, mimarbaşı İğnados'un, bu muazzam yapının 4 ana kemer ayakları tamamlanınca kaybolduğunu da şu şekilde hikayeleştiriyor: "Bir gece mimarbaşı İğnados kayboldu. Meğer kılık değiştirerek Roma diyarına gitmiş ve orada da Papa'nın izniyle bir kiliseye başlayıp onu da yarısına kadar 7 senede tamamlayarak bir gece oradan da kaçıp İstanbul'a gelince mabedi yaptıran hükümdar tarafından azarlandı. İğnados 'Böyle muazzam bir binanın temeli çok sağlam olması lazımdır. Kaçmasam binayı bitirmek üzere zorlanacağım şüphesizdi. O halde bina da sağlam olmazdı' diyerek tekrar kubbenin inşasına başladı. Yüz kadar somaki direkler üzerine kubbeler ile iki kat da son direkler üzerine gök kubbe gibi, tersine dönmüş kaseye benzer ve mavi-lacivert renkli halis kurşunla örtülü muazzam bir kubbe yaptılar ki, çeşitli renklerde olan gökyüzü altında böyle şaşılacak durumda bir kubbe ne evvelce ne sonra yapılmamıştır. Bu çok yüksek kubbenin en sivri üst kısmına yüz İskender kantarı ağırlığında altından bir haç alem konulmuş olup, güneşin parlatmasıyla ta Alemdağı, Keşiş Dağı (Uludağ) ve Istranca Dağları'ndan fark edilirdi."
YIKILAN KUBBENİN ONARIMI Seyahatnameye göre, Ayasofya, 40 sene içinde tamamlanınca iç ve dış hizmetleri için 12 bin hizmetçi tayin edildi, masraflarının karşılanması için Büyük İskender zamanında Mısır alınıp Ayasofya'ya vakfedildi. "Hz. Muhammed'in doğumunu müjdeleyen gece deprem meydana geldiğini, Ayasofya'nın kubbelerinin yıkıldığını" dile getiren Evliya Çelebi, 300 kadar papazın Mekke'ye giderek Hz. Muhammed'in tükürüğünü, ceylan derisi üzerine çizilen elinin örneğini, toprak ve zemzem suyunu aldığını ve kubbeyi onardığını anlatıyor.
Evliya Çelebi seyahatnamesinde, "Peygamber'in tükürüğüyle kubbenin kıble tarafında 32 nakışlı kısım böylece zahmetsizce yeniden yapılmıştır. Kubbenin diğer taraflarından burası daha belli ve nurludur. İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, 'Bu kubbe Hz. Muhammed'in ağız suyuyla durdu' diye büyük kubbenin ortasına bir zincir ile uğur sayarak bir altın top asmıştır." görüşünü dile getiriyor.
AYASOFYANIN CAMİ OLMASI Sultan 2. Mehmet'in 1453'te İstanbul'u fethinden sonra Ayasofya'da ilk cuma namazını kıldığına da değinen Evliya Çelebi, seyahatnamesinde şunları kaydediyor: "Gazi Mehmet Han, bu eski mabedi pisliklerden, putlardan temizletip öd ve amberler yakıp, cami içinde mihrap, minber, mahfil ve minare ile o cennet görünüşlü makamı ibretle temaşa edilecek cennet-ül firdevs gibi cami haline getirdi. Evvela cuma gününde bütün gaziler hazır olup salalar okunup, müezzinler 'innallahe ve melaiketehu' ayetini hazin bir sesle okumaya başlayınca Akşemseddin Hazretleri, Sultan Mehmet'in koluna girip büyük bir saygı ile minbere çıkarıp yüksek sesle 'Alemlerin Rabb'ine hamdolsun.' deyince büyük gazilere bir hal olup bir sevinç feryadı koptu.
O cuma Ayasofya'nın yer altında saklı olan ruhbanlar, İslamlık şerefiyle şereflenen çok yaşlı olan birinin adını da Baba Mehmet koydular. Baba Mehmet, 'Mihrabın sağındaki karanlık yer, Hz. Süleyman'a mensup olan eski mabettir.' deyince Sultan Mehmet, orada uğurlu sayarak iki rekat hacet namazı kıldı. Yer altında saklı hazineler tersane bahçesiyle Hazine-i Hümayun'a taşındı."
"GÖKYÜZÜNE BAŞ UZATMIŞ MUAZZAM BİNA" Ayasofya'nın yerini "İstanbul şehrinin doğu kısımları sonunda, Ahırkapı denizine bin adım ve kuzeyinde ve Sarayburnu'na bin adım uzak bir yüksek tepe üzerinde gökyüzüne baş uzatmış kagir bir muazzam bina" şeklinde tarif eden Evliya Çelebi, Ayasofya'nın kubbesine benzer bir kubbe yapılmadığını vurguluyor. Evliya Çelebi seyahatnamesinde şunları anlatıyor:
MELEK TASVİRLERİ Evliya Çelebi, İstanbul'un tılsımlarını sayarken de Ayasofya'daki bu tasvirlere şöyle değiniyor: "14. tılsım Ayasofya'nın güneyinde 4 beyaz mermer üzerine Azrail, İsrafil, Mikail ve Cebrail tasvirleriydi. Bunlar 4 tarafa dönük olarak konulmuşlardı. Yılda bir kere Cebrail suretindeki kanat çırpıp bağırırsa doğu tarafında bolluk olur derlerdi. İsrafil suretindeki bağırırsa batı tarafta kıtlığa ve pahalılığa delalet ederdi. Mikail suretindeki bağırırsa kuzey taraftan bir büyük kahraman çıkar, Azrail suretindeki bağırırsa bütün alemde veba çıkar diye itikat ederlerdi. Peygamberimiz zamanında olan büyük zelzele bunları baş aşağı etmiş."
AYASOFYANIN TILSIMLARI Zemini beyaz mermer döşenen caminin 3 tarafında ikişer kat cemaatin ibadet edebileceği yer bulunduğunu anlatan Evliya Çelebi, seyahatnamesinin "Ayasofya'nın tılsımları" bölümünde de şunları paylaşır: "Camide 361 kapı vardır. Fakat 100'ü çok büyük kapılardır. Hepsi de tılsımlıdır. Kaç kere daha saysak bir kapı daha meydana çıkar. Ona da işaret koyup tekrar saysanız işaretsiz bir kapı daha bulursunuz. Kıble tarafın orta kapısı hepsinden daha büyüktür. Bunun tahtalarının Hazreti Nuh'un Cudi Dağı'ndaki gemisinin enkazından olduğu söylenmektedir. Bu orta kıble kapısı üzerinde sarı pirinç madeninden tabuta benzer uzun bir sandık içinde Kraliçe Sofya'nın cesedinin mumya olarak durduğu söylenir.
Birçok şahısların bu sandığa el uzatmaya cesaret ettikleri zaman cami içinde büyük bir gürültü ve titreşme olmuş ki, teşebbüslerinden vazgeçmeye mecbur olmuşlardır. Bir büyük tılsım da budur. Onun yukarısındaki küçük direklerin kemeri üzerinde mermer bir kitabe üzerinde Kudüs'ü Şerif'in kıble olduğu zamanki eski resmi konulmuştur. Bu da tılsımlı olup el sürmeye cesaret olunamaz. Kıble kapılarının batı tarafının sonundaki kapının iç yüzündeki bucakta dört köşeli bir beyaz mermer direk konulmuştur. Alt kısmı bir insan boyu bakır kaplıdır. Yine böyle daima terler durur. Bir rivayete göre, onun temelinde tılsımlı define vardır. Başka bir söylenti de kalede kapatılmış kalan Ya Vedud Sultan'ın yürekler yakıcı ahının sıcaklığından bu zamana kadar terler durur. Bir söylenti de Hz. Peygamber'in ağız suyunun konulduğu harç bu direğin altında yapıldığı için onun nemli tesiri dolayısıyla terler durur. Görülecek acayip bir şeydir."