Bahçeli'nin ilk kez açıkladığı İmamoğlu detayı! Ahmet Özer...
Bahçeli'nin ilk kez açıkladığı İmamoğlu detayı! Ahmet Özer...
CHP'li Ahmet Özer bir yıldan uzun süre tutuklu kalmış, serbest bırakıldıktan 1 ay sonra Devlet Bahçeli'yi ziyaret etmesiyle büyük ses getirmişti. Görüşmede konuşulanları ve Bahçeli'nin ifadelerini ilk kez açıklayan Özer, gerekirse CHP adına teröristbaşı Öcalan'la görüşebileceğini söyledi. Özer, süreçle ilgili toplumun kendisinden beklentisi olduğunu söyleyip "Toplumda bir karşılığımız var" dedi. Bahçeli'nin ilk kez açıkladığı Ekrem İmamoğlu detayı ise duyanları şaşırttı.
Haber Giriş Tarihi: 15.12.2025 10:50
Haber Güncellenme Tarihi: 15.12.2025 10:53
Kaynak:
Haber Merkezi
'Kent uzlaşısı' ve terör örgütü PKK üyeleriyle irtibatta olduğu iddialarıyla tutuklanıp görevinden uzaklaştırılan eski Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in yerine kayyum atanmıştı.
Özer, kayyum uygulamasına tepki göstererek göreve geri dönmeyi beklediğini bir kez daha dile getirdi.
Serbest bırakıldıktan 1 ay sonra MHP lideri Devlet Bahçeli'yi ziyaret etmesiyle dikkat çeken Ahmet Özer, adını eleştirdiği 'terörsüz Türkiye' süreciyle ilgili gündem yaratacak açıklamalar yaptı. İmralı'ya gitme meselesinin yanlış yönetildiğini savunan Özer, CHP Genel Başkanı Özgür Özel içinse "Sürece katkı sunmam konusunda çok sıcak" ifadelerini kullandı.
Özer, Bahçeli ziyareti ve süreçle ilgili t24'ten Cansu Çamlıbel'e konuştu. İşte o ses getirecek röportaj:
-Bir yılı aşkın bir tutukluluğun ardından 11 Kasım tarihinde Silivri Cezaevi’nden tahliye edildiniz. Serbest kaldıktan yaklaşık bir ay sonra, 13 Aralık’ta MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ziyaret ettiniz. Siz mi talep ettiniz bu görüşmeyi?
Biliyorsunuz, ben içerdeyken Sayın Bahçeli’nin serbest kalmam ve görevime iade edilmem konusunda açıklamaları oldu. Yine Sayın Feti Yıldız’ın benimle ilgili beyanları oldu. Hem kendilerine teşekkür etmek hem de barış sürecini konuşmak üzere bir randevu talebim oldu. Sağ olsunlar kabul ettiler. Bu arada ben DEM Parti Eş Genel Başkanlarıyla da görüştüm. Mecliste grubu olan bütün partilerle görüşmek isterim.
-Madem ‘süreci’ de konuşmak istediniz. Devlet Bahçeli’nin de bu çerçevede değerlendirmeleri olmuştur görüşme sırasında herhalde.
Barış süreciyle ilgili olarak benimle aynı noktalarda olduğunu söyledi. Komisyonun çalışmalarından bahsetti. Bu zamana kadar 19 görüşme olduğunu, MHP ve DEM’in raporlarını verdiğini hatırlatarak CHP ve AK Parti’nin raporlarının beklendiğini söyledi. “Onlar da bir an önce verirse, süreç hızlanacak ve ardından yasa çıkacak” dedi. Onun isteği eğer mümkünse bütçe görüşmeleri arasında yasanın çıkması yönünde.
-Sayın Bahçeli’nin hızla çıkmasını beklediği yasa silah bırakılan PKK’lıların Türkiye’ye dönüşünün önünü açacak ‘infaz yasası’ değil mi?
Barış yasası.
"BENİM DE BU SÜRECİN BİR MUHATABI OLDUĞUMUN ALTINI ÇİZDİ"
-‘Barış yasası’ sizden bir gün önce Devlet Bahçeli’yi ziyaret eden DEM Parti İmralı heyetinin kullandığı terminoloji. Devlet Bey’in de aynı ifadeyi kullanması dikkat çekici. Konuştuğumuz şey bir çeşit ‘eve dönüş yasası’ ama. Doğru mu?
Yani evet, ben de öyle anladım. Bu konuyu çalışmasını Feti Bey’den rica ettiğini söyledi. Nitekim ben daha sonra Feti Bey ile konuşurken o da bana bu konuyu arkadaşlarla konuştuğunu söyledi. Yetişir mi, yetişmez mi orası başka bir şey. Ama sonuçta Devlet Bey süreç fazla uzamadan bu yasal çerçevenin de bir an önce bitirilmesini ve eve dönüşlerin gerçekleşmesini istiyor. Devlet Bey görüşmemizde, benim de bu sürecin bir muhatabı olduğumu ve bu sebeple hedef gösterilemeyeceğimin altını çizdi. Bu benim açımdan tabii önemliydi. Ben tabii kendisine Genel Başkan Özgür Özel'in selamlarını ilettim. Zaten Sayın Özel'le görüştüm kendisiyle görüşmeden önce.
-Özgür Özel’den haberli ve hatta onun mesajlarını da götürerek Bahçeli’ye gittiğinize göre bir nezaket ziyaretinin ötesinde şeyler konuşuldu diye anlıyorum.
Ben barış sürecindeki samimi ve kararlı duruşu için teşekkür ettim. Ama ardından barış süreci devam ederken yapılan operasyonları ve yargıya olan güven düşüklüğünü de konuştum. Buna örnek olarak da İmamoğlu davalarında değişen hâkimleri gösterdim. Bir yandan barış süreci yürütülürken, öte taraftan İmamoğlu’na 2500 yıl ceza istenmesi bu sürece zarar veriyor. Toplumun yarısı dışlanarak barışın sağlanamayacağını belirttim. Barışın bu kez başarılı olabilmesi için topluma mal edilmesi ve toplumsallaşması gerektiği üzerinde durdum. Bunun için de niyet, samimiyet, empati ve barış dilinin altını çizdim. Bu noktada bazı samimi adımların atılması gerektiğinin altını özellikle çizdim.
"BARIŞ SÜRECİNİN BAŞARILI OLMASI İÇİN KAYYIM REJİMİNİN SON BULMASI GEREKİR"
-Sizin süreci başarıya götürecek ‘samimi adım’ olarak gördüğünüz şeyler nedir?
Tutuksuz yargılama, kayyımların iadesi, hasta tutukluların bırakılması, AİHM ve AYM kararlarına uyulması gibi bazı adımlar atılabilir. “Bunlar barışa olan inancı yükseltecek ve toplumu rahatlatacaktır” dedim. Ben bu görüşlerimi zaten cezaevinden çıktıktan sonra televizyonlarda söylemiştim. Bunu kendisine tekrar ettim. O da beni izlediğini, takip ve takdir ettiğini söyledi. Kayyımların iadesi konusunda Sayın Bahçeli de bizimle hemfikir. Barış sürecinin başarılı olması için kayyım rejiminin son bulması gerekir. Bu konuda Sayın Bahçeli de benzer bir şey düşünüyor. Zaten daha önce “İki Ahmet görevine dönmeli” şeklinde bir demeci de vardı. Ahmet Türk’ü ve beni kastetmişti. Sayın Bahçeli barış dilinin egemen olması ve siyasetteki tansiyonun düşürülmesi önerisinde bulundu. Aslında ben bu yorumu yapınca, kendisi de bu öneriyi teyit etti.
"BAHÇELİ, ‘KILIÇDAROĞLU’NDAN SONRA GENEL BAŞKAN KİM OLMALI DİYE SORULDUĞUNDA ÖZGÜR ÖZEL’İN İSMİMİ ZİKRETMİŞTİM’ DEDİ"
-Yani Bahçeli kendiliğinden söylemedi. Bu konuyu siz gündeme getirince o da üzerine söyledi. Doğru mu anladım?
Evet, ben barış dilinin egemen olması ve siyasetteki tansiyonun düşürülmesi konusunu konuşurken o da buna katıldığını söyledi. Ayrıca Sayın Bahçeli siyasal istikrarın öneminin altını çizdi. Türkiye’deki istikrarın aynı zamanda dışarıdaki ilişkilerimiz için de önemli olduğunun altını çizdi. Ben Özgür Özel’in kendisine selamlarını ilettiğini söylediğimde o da şunu söyledi; “Ben Sayın Özel’i mecliste uzun yıllardan beridir tanıyorum. Hatta bana ‘Kemal Kılıçdaroğlu’ndan sonra kim genel başkan olmalı?’ diye kendisine sorduklarında ben Özgür Özel’in adını zikrettim” dedi.
"İMAMOĞLU’NUN BİR YAKININ GEÇMİŞTE KENDİ ASİSTANI OLDUĞUNU, AİLEDEN KENDİ CAMİALARINDA İNSANLAR OLDUĞUNU SÖYLEDİ"
-Bunu söylemesini, Özgür Özel’i beğendiği anlamına gelecek bir yorum olarak mı algıladınız?
Yani Özgür Özel’e karşı bir tavrının, bir tutumun söz konusu olmadığı şeklinde anladım ben onu. Öte yandan, İmamoğlu ailesini tanıdığını, bildiğini söyledi. Hatta İmamoğlu ailesinden kendi camialarında insanlar olduğunu söyledi. İmamoğlu’nun bir yakınının da geçmişte kendi asistanı olduğunu söyledi.
"SİLAHLARI YAKMANIN GÖMMEK VEYA TESLİM ETMEKTEN DAHA ANLAMLI BİR DAVRANIŞ OLDUĞUNU SÖYLEDİ"
-Bu çok ilginç. Ben bilmiyordum, siz biliyor muydunuz?
Yok, hayır. Ben İmamoğlu davalarındaki hukuk sorunlarından bahsettim. İmamoğlu’nun davalarında neredeyse hemen hemen biraz olumlu tavır sergilenen hâkimler değişmesinin hukuka duyulan güveni aşağıya çektiğini söyledim. O da o da İmamoğlu’yla ilgili bunu söyledi. Ayrıca yargılamanın gizli tanıklar ve itirafçılar üzerine kurulmasını da doğru bulmadığını, hatta bu konuda yardımcısı Feti Yıldız’ın açıklaması bulunduğunu belirtti. Barış yasasını önemsediğini, hatta mümkünse yılbaşından önce çıkmasını arzuladığını söyledi. Silahları gömmek veya teslim etmekten ziyade silahları yakmanın anlamı üzerinde durdu. Bunun daha anlamlı, daha yerinde bir davranış olduğunu söyledi.
"SİLAHLAR TESLİM EDİLİRSE SANKİ KARŞI TARAF DİZ ÇÖKTÜ GİBİ BİR ANLAM ÇIKABİLİR, BU DA BAZI YENİ FRAKSİYONLARA NEDEN OLABİLİR DİYE DÜŞÜNÜYOR"
-Bunu biraz açar mısınız? Anladığım kadarıyla sadece 11 Temmuz’daki silah yakma törenini kastetmiyor. Bundan sonraki süreçte PKK’nın bütün silahlarının yakılarak imha edilmesi metodunu uygun bulduğunu mu söylüyor?
Onu şöyle açtı; “Silahları gömmek, o silahların yeniden gömüldükleri yerden çıkabileceği anlamına gelebilir. Silahlar teslim edilirse, o zaman da sanki karşı taraf işte diz çöktü, teslim oldu anlamı çıkabilir buradan. Bu da yeni birtakım fraksiyonlara, tazyiklere yol açabilir. Ama silahları yakmak o silahların bir daha tekrar kullanılmayacağı anlamı taşıdığı için en anlamlı davranıştır.” Ayrıca Öcalan’a neden “kurucu önder” dediğini de açıkladı.
"‘İKİ NOKTA ARASINDA EN KISA YOL BİR DOĞRUDUR, ŞU ANDA MUHATAPLARDAN BİRİ ÖCALAN BİRİ DE DEVLETTİR’ DEDİ"
-‘Kurucu önder’ meselesini siz mi sordunuz, yoksa kendisi mi açıklama gereği hissetti?
Yani iş bir noktaya geldi. Ben “Süreç uzarsa enfekte olabilir, süreci hızlandırmak lazım” dedim. O da bunun üzerine kendisine bazı eleştiriler olduğunu söyledi. “İki nokta arasında en kısa yol bir doğrudur. Bir eğri de çizip sonra sona gidebilirsiniz. Bu zaman ve kaynak israfına neden olur. Şu anda muhataplardan biri Öcalan’dır, biri de devlettir. Bunu yok sayarak, öteleyerek, etrafından dolanarak bir yere varılamaz. Ben bunu apaçık bir biçimde ortaya koydum. Koyuyorum da” dedi. Benim geçmişten bugüne barış süreci konusundaki çalışmalarımı, makalelerimi okuduğunu, sürecin yürütülmesini aynı çerçevede gördüğünü belirtti. Benim Kürt sorununun çözümü konusunda yayınlanmış bazı makalelerim masasında duruyormuş.
"SELAHATTİN DEMİRTAŞ'IN BİR AN ÖNCE ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞMASINDAN YANA"
-Hangi makale olduğunu öğrenebildiniz mi?
Benim 2019’da SODEV’in Sosyal Demokrat Dergi’sinde yayımlanan makalem. Zaten benim de bir aktör olarak süreçte rolüme değdi. Diyaloğun bundan sonra da devam etmesi gerektiğinin altını çizdi. Aynı zamanda Serhattin Demirtaş’ın da bir an önce özgürlüğüne kavuşmasından yana olduğunu söyledi.
-Demirtaş konusunu siz mi açtınız, yoksa “kurucu önder” meselesi gibi kendisi mi izah etmek istedi?
Bunların büyük kısmı benim yaptığım konuşmalara verdiği cevaplardı. Ben AYM ve AHİM kararlarının uygulanması gerektiğinin altını çizdiğimde, “Selahattin Demirtaş’ın bir an önce serbest kalmasının ülkemizin yararına olduğunu, barış sürecine katkı sunacağını düşünüyorum ve bundan yana olduğumu bilmeni istiyorum” dedi. İşte benim, Ahmet Türk’ün, Selahattin Demirtaş’ın barış sürecine katkılarımızdan bahsetti.
"FETİ YILDIZ, İBB DOSYASINDA DÜZENLENEN TENSİPLE KİMSENİN TAHLİYE OLMAMASINA ŞAŞIRDI, BUNUN İYİ OLMADIĞINI SÖYLEDİ"
-Biraz önce Feti Yıldız ile de görüştüğünüzden bahsettiniz. Feti Yıldız, Bahçeli ile görüşmenize mi katıldı, yoksa onunla daha sonra ayrıca mı görüştünüz?
Evet, Feti Bey ile ayrıca görüştük. Kızım Seraf da yanımızdaydı ve o sırada İBB dosyasında düzenlenen tensip açıklanmıştı. Seraf onu takip ediyordu. Seraf haberleri takip etmek için dışarı çıkıp geri geldiğinde hiç kimsenin tahliye olmamasına çok üzüldüğünü söyledi. Feti Bey de o esnada öğrenmiş oldu. Buna çok şaşırdığını, bunun aslında iyi olmadığını, bununla ilgili gerekli girişimlerde bulunacağını söyledi. Dosyada hiç adı olmayan insanlar var tutuklu biliyorsunuz. Feti Bey de zaten bu zamana kadar hukuk ilkelerine vurgu yapan sosyal medya paylaşımları yapmış biri. Yani daha önce izlediği çizgiye paralel bir duyguda konuştu. Ben de hukuka duyulan güvenin yukarı çekilmesi ve hukuk güvenliği konusunda yapmış olduğu açıklamaları için Feti Bey’e teşekkür ettim. Kendisi, ben daha içerideyken benim bazı çalışmalarımı da referans göstermişti. Ben de hukukla ilgili muhalefetin eleştirilerinden ziyade iktidar ve iktidar ortağının açıklama yapmasının önemli olduğunun altını çizdim. Bunları hem içerdeki arkadaşlarımızın hem de dışardaki bizlerin dikkatle izlediğimizi söyledim. Ama asıl önemli olanın, bu doğru tespitlerin pratikte hayat bulması olduğunun altını çizmiş oldum.
“BEN ERDOĞAN’IN TABANI NEDENİYLE İŞİ AĞIRDAN ALDIĞINI SÖYLEYİNCE, SAYIN BAHÇELİ ‘DOĞAL OLARAK HER PARTİ SEÇİMİ KAZANMAK İSTER’ DEDİ"
-Devlet Bahçeli’nin masasında durduğunu söylediniz makaledeki önerilerinizi hatırlıyorum. “İktidar, muhalefet, üniversiteler, aydınlar, başta olmak üzere STK’lar tarihsel gerçeğin ne olduğu konusunda halkı aydınlatmalı, ikna etmeli; gerçeği onunla yüzleşerek anlatmalıdır. Ancak o zaman barış toplumsal zemin bulabilir. Bunların yapılması ve başarıya ulaşması için özgür bir tartışma ortamının oluşturulması da şarttır” şeklinde bir uyarı var o makalede. Bugün süreçte bir toplumsallaşma sorunu yaşandığı ortada. Bahçeli’nin bugün işin iletişiminde ve toplumsallaşmasında bir aksaklık ya da eksiklik olduğuna dair herhangi bir yorumu ya da vurgusu oldu mu?
O benim tespitim. Yani geçmişte birçok deneme oldu. Bu denemelerin başarısızlığının birçok nedeni var. Ama en önemli nedenlerinden birisinin işin yeterince topluma mâl edilmeyişi, toplumsallaşamaması olduğunu söyledim. Sayın Bahçeli bu işin giderek toplumda kabul gördüğüyle ilgili yükselen bir trend olduğunu söyledi. Ben de dahil olmak üzere aktörlerin toplumla buluşup bunu anlatmaları lazım. Çünkü 40 yılda oluşmuş ön yargıları 40 günde onarmanın zor olduğunu söyledim. Bu işin bir vicdani ve insani yanı var, bir de siyasi yanı var. Ben Sayın Bahçeli’nin bu işle ilgili samimi ve kararlı duruşunu takdir ederken, AK Parti’nin ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu işi biraz ağırdan aldığını, bu kaygısının da seçimler ve tabanıyla ilgili olduğunu düşündüğümü söyledim. O da “Doğal olarak her parti seçimi kazanmak ister” şeklinde bir cevap verdi.
-Yani o manada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiren bir şey söylemedi.
Yok öyle demeyeyim. Onlar da zaten bu işin o tarafıyla ilgili olarak yeterince hızlı olmadığının farkındadırlar.
"TOPLUMUN ÇÖZÜM SÜRECİNDE ROL ALMAMLA İLGİLİ BEKLENTİSİ VAR, PARTİM BU KONUDA GÖREV VERİRSE SEVE SEVE YAPARIM"
-Bu görüşmede verdiğiniz mesajlara bakınca sanki siz bu süreçte belediye başkanı olmanızın ötesinde bir rol oynayabileceğinizi düşünüyorsunuz gibi bir izlenimim oluştu. Çözüm sürecinde bir rol beklentiniz mi var?
Toplumun böyle bir beklentisi var. Bizim toplumda bir karşılığımız var. Geçen hafta mesela Van’daydım. İlgiden sokakta yürüyemiyorum. İnsanlar benim şahsımda pek çok siyasetçiye yapılan haksızlık konusunda vicdan yapıyor. Halktan böyle bir beklenti varken, eğer partim de bu konularla ilgili bana bir görev verirse seve seve yaparım. Ama ben aynı zamanda Esenyurt’un seçilmiş Belediye Başkanı’yım. Görevime dönüp görevimi de hakkıyla yapmak istiyorum, çünkü Esenyurt halkının da böyle bir beklentisi var. Bir siyasi operasyonla ben alındım. Ben bu barış süreci olduğu için tahliye olmuş değilim. Benim zaten dosyam bomboş. 64 yaşına kadar bu kadar görevi yapmış birisi hiçbir örgüte üye olmamış da belediye başkanı olduktan sonra aklını mı oynatmış da gitmiş örgüt üyesi olmuş? Bunlar gizli tanıklarla kurgulanan bir hikâyeydi.
-Zamanlama açısından sizin alındığınız tarih ne anlama geliyordu? Zira Devlet Bahçeli 22 Ekim 2024’te Öcalan’a tarihi çağrısını yaptı: “Mecliste gelsin konuşsun örgütünü lağvetsin” dedi. Siz o çağrıdan tam 8 gün sonra tutuklandınız, 30 Ekim 2024’te. Yani süreci zedeleyecek siyasi operasyonlar, süreçle aslında neredeyse eşzamanlı başlatıldı. Bunun anlamı neydi?
Ben tutuklandığımda, çözüm süreciyle ilgili bu gelişmeler henüz bu düzeyde değildi. Çözüm sürecinde ilerleme olunca, ‘Kent Uzlaşısı’ iddiası ki biz ona ‘Türkiye İttifakı’ dedik, berhava oldu. Zaten bundan dolayı tutuklanan meclis üyelerimizin büyük çoğunluğu tahliye oldu. Ancak hala bu dava Sayın İmamoğlu, Emrah Şahan, Mehmet Ali Çalışkan, Ebru Özdemir ve diğerleriyle ilgili açılmadı, kent uzlaşısından iddianame olmaksızın aylardır içeride tutuklu olan arkadaşlarımız var. Bu haksız tutukluluğun da sona ermesi gerekir. Belirttiğim gibi ‘Kent Uzlaşısı’ dosyasından ilerleyemeyince bu sefer işin yönü biraz ‘yolsuzluk’ iddialarına doğru çevrildi.
"KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN HERKESLE DİYALOĞA VE MÜZAKEREYE VARIM, PARTİM GÖREV VERİRSE ÖCALAN İLE DE GÖRÜŞÜRÜM"
-Hakkınızdaki iddialara döneceğim ama çözüm süreci ile ilgili oynamak istediğiniz rol konusunda bir sorum daha var. Gerekirse Öcalan ile de görüşür müsünüz?
Ben barışın gerçekleşmesi için herkesle görüşürüm. Kürt sorunun çözümü ve barışın gerçekleşmesi için diyalog ve müzakere şarttır. Bunu diyen biri olarak da ben konunun çözümü ve barışın gerçekleşmesi için herkesle diyaloga varım ve herkesle müzakere etmeye varım.
"ÖZGÜR ÖZEL SÜRECE KATKI SUNMAM KONUSUNA ÇOK SICAK"
-Peki siz bu konuyu bu kadar açık olarak Genel Başkan Özgür Özel ile konuştunuz mu? Önümüzdeki süreçte sizi yeni bir şapkayla görebilir miyiz?
Bu Sayın Genel Başkan’ın takdirinde. Benim bu süreçte katkı sunmam konusuna çok sıcak. Biz Sayın Genel Başkan’la bu konuda üstümüze düşen her türlü görevi birlikte yapmaya, yürütmeye amade olduğumuz konusunda mutabıkız zaten. Partim bana ne görev verirse, yaparım. Cumhuriyet Halk Partisi ve İşçi Partisi benim komisyonda konuşmam konusunda önerge verdiler ama olmadı. Zaten o süreç bitti. Bundan sonraki süreçte bir kişi olarak, bir akademisyen olarak, bir yurttaş olarak ben üstüme düşen rolü oynamak isterim. Zaten 40 yılını bu işe vermiş, barış ve demokrasi için çalışmış birisiyim.
"BEN BU SÜRECE AMASIZ, FAKATSIZ DESTEK VERİYORUM"
-Gerekirse CHP adına Öcalan’a da gider misiniz mesela?
Eğer partim de bu konularla ilgili bana bir görev verirse seve seve yaparım. Herkesle konuşuruz. Ben şöyle düşünüyorum, pratikte oynayacağınız rol zaten size o misyonu verir. Yani bir yerden bir görev alıp da bunu yapmak yerine kendiniz adım atabilirsiniz. Ben zaten bir aydın olarak, bir akademisyen olarak, bir yurttaş olarak bu barış sürecinin başarıya ulaşması için elimden gelen her türlü katkıyı vereceğimi çıktığım günden beri söylüyorum. Hatta daha içerideyken de bu çağrılarda bulundum. Bu zaten bir aydın sorumluluğudur. Bu sorumlulukta eğer başarılı olursak, bu işi daha da büyüterek devam ettirebiliriz. Ayrıca birinin bize bir görev ifa etmesi gerekmez ama bize bir böyle rol verilirse de bundan da çekinmeyiz yani. Zaten bunu yapıyoruz. Ben bu barış sürecine amasız, fakatsız destek veriyorum.
"ÖZGÜR ÖZEL BARIŞ SÜRECİNE SONUNA KADAR DESTEK OLACAĞININ ALTINI ÇİZDİ"
-Cumhuriyet Halk Partisi başından beri ‘Terörsüz Türkiye’ sürecinin karşısında durmadı. İşte meclis komisyonuna katıldı ama İmralı ziyareti için heyete üye vermedi. Yine de tabanından gelen bütün tazyike rağmen komisyonda durmaya devam ediyor. Yani CHP’nin kurumsal tavrı ‘ama’lı bir destek görüntüsünde. Oysa siz “Ben bu barış sürecine amasız, fakatsız destek veriyorum” diyorsunuz. Partinizden ilerde bir pozisyon aldığınızı düşünerek yanılıyor muyum?
İki noktanın altını çizeyim. Birincisi, Genel Başkan Özgür Özel barış sürecine sonuna kadar destek olacağının altını çizdi. İkincisi de biz CHP olarak Türkiye’de Kürt sorunu olduğunu düşünüyoruz. Son bir Kürt bile “Kürt sorunu vardır” diyorsa, vardır kardeşim. Özgür Özel “Biz de bunu siyasetçi olarak çözmeye amadeyiz” dedi. Biz komisyonda üstümüze düşen görevi sonuna kadar yürüteceğiz. Yani bu noktada da kimsenin bir şüphesi olmasın.
"BU İŞ ÇÖZÜLDÜĞÜ TAKDİRDE TÜRKİYE BEŞ ON YIL İÇİNDE BÖLGENİN EN SAYGIN DEMOKRASİLERİNDEN OLABİLİR"
-‘Barış süreci’ diyorsunuz da iktidarın böyle bir dili, argümantasyonu ve çerçevesi olduğuna dair henüz bir emare görmedik. Henüz ve sadece silahları konuştuğumuz bir ortamdayız. Yine de süreç size neden bir ‘barış süreci’ gibi gözüküyor?
Evet, gözüküyor çünkü bu tarihi bir adımdır. Özellikle Sayın Bahçeli’nin çıkışı önemlidir. Bu iş çözüldüğü takdirde, Türkiye önümüzdeki beş-on yıl içerisinde bu bölgenin en saygın demokrasilerinden biri olabilir. Onun için bu fırsat asla heba edilmemelidir. Ve bu, Cumhuriyet Halk Partisi olmadan da başarılamaz. Biz barış sürecini sonuna kadar destekliyoruz. Ama Türkiye’de bir Kürt sorunu var. Kürt sorunu da çözülmeli. Biz onu çözmeye de talibiz. Şimdi çözebiliriz, yarına kalırsa da biz iktidara geldiğimizde bu sorunu çözeceğiz. Bu son derece kıymetli bir şeydir. Çünkü şu anda iktidar bunları söylemiyor.
‘Terörsüz Türkiye’ kavramını ben yanlış ve eksik buluyorum. Mesele demokratik Türkiye’dir. Tamam, herkes artık silahlar bırakılsın istiyor. Ama sadece silah bırakmakla bu iş çözülmez. İktidarla bizim ayrıştığımız nokta bu. Kardeşim, barış iki kanatlı bir kuştur, bir kanadı barışsa bir kanadı da demokrasidir. İktidar da diyor ki “Hele bu işi bitirelim. Sonra demokratik adımları atarız.” Geçmişten gelen bir güvensizlik olduğu için de bunu yapıyor. Ama barış ve demokrasinin bir arada yürümesi gerekir.
-Bahçeli’nin sizinle görüşmede de zikrettiği ‘Barış Yasası’ konusuna dönersek… Burada ciddi manada bir tökezleme yaşandığını izliyoruz. PKK’nın sembolik silah yakma töreni 11 Temmuz’da, yani beş ay önceydi. Sonrasında PKK, bu hukuki adımı beklemeye başladı. Sizin çatışma çözümlerindeki bu aşamayla ilgili de akademik çalışmalarınız var. Size göre bu işin takvimi nasıl olmalı ya da olmalıydı?
Ben post-doktoramı çatışmaların çözümü üzerine yaptım. 42 kitap yazdım, 15 tanesi bu işle ilgilidir. Bir silahlar bırakılır. İki, hukuki zemin oluşturulur. İkinci adım bu bahsettiğimiz zaten. İşte birtakım grupların yavaş yavaş Türkiye’ye dönüşünün ve toplumsal hayata katılımının önünün açılması. Ama bu aşama çok uzadı. İşin başlangıcından bugüne bir sene geçti. İş uzadıkça enfekte olma riski yüksek, sabotaj olması riski yüksek. Bu süreç, süt liman olacak değil elbette. Koca bir olay var ortada. Binlerce taraftar var. Onun için iktidarın elini çabuk tutması lazım. Bu aşama her zaman sabotaja, bozulmaya, lafların yanlış anlaşılmasına müsait bir ortamdır. Dünyada da örnekleri var.
Bu ikinci adım, yani hukuki düzenleme halledildikten sonra üçüncü adım eve dönüştür. Ama şu anda devleti yönetenler “Gelsinler, teslim olsunlar, sonra biz hukuki altyapı oluştururuz” diyor. Böyle bir usul yok ki! Yani geldiğinde tutuklayacaksın adamı hapse atacaksın. İnsanlar o zaman gelir mi? Amaç üzüm mü yemek bağcı mı dövmek? Bu söylemler ya bu işi bilmezlikten ya da bu işin olmasını istememekten kaynaklanıyor. Daha bir de dördüncü adım var; toplumsal entegrasyon. Bu aşamanın en kritik unsuru da hakikatlerle yüzleşmedir. Kalıcı barış için Türklerin gururu incitilmemeli, Kürtlerin onurlu yaşamanın da önü açılmalı. Kardeşlik hukuku bir temele bağlanmalı ki gerekir ki bundan sonra biz yol yürüyebilelim. Bakın, toplamda devletin 9 tane girişimi olmuş bu işi çözmek için. Hepsi başarısız olmuş. Başarısızlığın çeşitli nedenleri var ama en birinci neden toplumsallaştırılmamış olması. Topluma biz bunu kabul ettirmemişiz. Bunun topluma kabul ettirilmesi lazım.
"SÜREÇ YİNE DE ARTIK GERİ DÖNÜLECEK NOKTAYI AŞTI, KENDİNE HAS BİR MODEL VE BAŞARILI"
-Sürecin toplumsallaşması için ne yapılması gerekiyor ve AKP iktidarı yapmıyor?
En büyük mesele dildir. Dili değiştirmemiz lazım çünkü dildir savaşı çıkaran ve dildir barışı yapan. Mesela düşünelim kan davası yapanlar geliyorlar bir sofrada buluşuyorlar, oturduklarında birbirlerine küfrederlerse barış olur mu? Barışacağın insana karşı tabii ki dilini değiştirerek yapacaksın. Bence Bahçeli doğru yapıyor. Ama devletin de dilini değiştirmesi lazım, halkın da dilini değiştirmesi lazım, örgütün de dilini değiştirmesi lazım. Her iki tarafın da gerekirse fedakârlık yapması, ödün vermesi lazım ki ortada bir noktada buluşsunlar. Barış “ben yaptım oldu” demekle olacak bir şey değil. Ama yine de bana göre barış süreci artık geri dönülmesi zor noktayı aştı. Bahçeli paradigmayı değiştirdi. Sonra ikinci adım Öcalan’dan geldi; belki en sonda olacak adımı Öcalan en başta atarak örgüte “kendini feshet” çağrısında bulundu. Örgüt de bunu kabul etti. Yani bu kendine has bir model ve bence başarılı.
"ÜLKENİN BİRİNCİ PARTİSİNİ KRİMİNALİZE EDEREK BARIŞI NASIL YAPACAKSINIZ?"
-Toplumsallaşmanın önünü açacak somut adımlar ne olabilir size göre?
Sayın Bahçeli bu konuda sürekli diretiyor, fikirler ortaya atıyor. Kendi tabanı belki ona karşı çıkacak şeyler bulunuyor. Ama buna rağmen geri adım atmıyor. İşte iktidarın da tam bunu yapması ve somut adımlar atması lazım. Mesela tutuksuz yargılama çok önemli. Şu anda Türkiye’nin birinci partisi olan CHP’nin 16 belediye başkanı tutuklu yargılanıyor, cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’na 2000-3000 yıl ceza isteniyor. Ülkenin birinci partisini bu şekilde kriminalize ederek, dışlayarak barışı nasıl yapacaksınız? Şimdi mesela benim hakkımda kesinleşmiş bir hüküm de yok. Beni niye görevime iade etmiyorsun? Tutuksuz yargılamıyorsun, yargılamayı cezalandırmaya çeviriyorsun, kayyımlar hala devam ediyor. Hasta tutuklularla ilgili bir adım atmıyorsun. Feti Bey de söyledi geçen gün; tutuklama bir ceza değil, cezanın infazını sağlayan geçici bir araçtır. Adaleti sağlamak bir söylem değil eylem meselesidir. Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Tayfun Kahraman, Can Atalay; daha bilmediğimiz birçok insanla AYM ve AİHM kararları uygulanmıyor. Bunlarla ilgili hem AYM’nin hem de AİHM’in kararları var. Bir devlet olmanın temel felsefesi bir anayasasının olmasıdır. O neden uygulanmıyor? Bir taraftan “Barış yapacağım” diyorsunuz, öte taraftan CHP’ye operasyonlar devam ediyor. Yani bir tansiyonu düşürün. Partiler birbirinin düşmanı değil, birbirinin rakibidir. Ve siyaset nezaketle yapılmalı. Siyaset toplumu yönetme sanatıdır.
"DEM TUZAĞA DÜŞMEMELİ VE CHP İLE DİYALOĞU SÜRDÜRMELİ"
-Cumhuriyet Halk Partisi’nin kor kitlesinde sürece karşı ciddi bir reaksiyon var. Bunun ana sebebi de sizin belirttiğiniz gibi iktidarın oy verdikleri partiye karşı topyekûn bir savaş açtığı duygusuna kapılmış olmaları. Bir de tabii bu sürecin Erdoğan tarafından dördüncü kez seçilmenin aracı olarak kullanılacak olacağına dair emareler CHP kitlesindeki alerjiyi arttırıyor. Bu iki sebepten dolayı da Özgür Özel’in komisyonda kalma kararına kızan çok CHP’li tanıyorum.
Buradan şunu söylemek istiyorum böyle düşünen arkadaşlara; mesele AK Parti ve CHP arasındaki bir mesele gibi görüyorlar ama mesele bu değil. Mesele örgütün silah bırakmada devletle anlaşması meselesidir. Silahların bırakılmasını da herkes istiyor, CHP de. Ayrıca tabii ki bir siyasi parti bir adım attığı zaman o adımın kendi siyasetine de yararlı olmasını ister. Bunda yanlış bir şey yok. Ama bütün meseleyi sadece kendi siyasal çıkarları için yaparsa bu iş gitmez. Çünkü bu biraz da siyaset üstü bir şey. Yani böyle bir misyonla karşı karşıya olan siyasetçi kendi partisinin çıkarlarını kendi çıkarlarından önce tutmalı ama ülkenin çıkarlarını ve geleceğini de kendi partisinin çıkarlarından önde tutmalı.
Bugün bu projeyi devlet yürütülüyor. Devleti kim yönetiyor? AK Parti yönetiyor. Onu demokratikleşme konusunda adım atmaya yönlendirmek için DEM ve MHP’ye büyük bir görev düşüyor. Çünkü tek başlarına güçleri yetmez… AK Parti ağırdan alıp, ayak sürüdüğünde Sayın Bahçeli nasıl ön aldı ve “Siz gitmezseniz ben gideceğim İmralı’ya” dedi. DEM de bana göre iki şey yapmalı. Birincisi iktidara net biçimde “Ana muhalefet partisine bu operasyonları yapmamalısınız. Bu barışa zarar veriyor” demelidir. İkincisi de DEM tuzağa düşmemeli ve CHP ile diyaloğu sürdürmelidir. Bu CHP açısından da böyle. CHP de DEM de aralarını açmaya, ikisini birbirine düşürmeye dönük hiçbir oyuna gelmemeli.
"BİR KİŞİNİN ÖLMEMESİ, BİR ADAMIN CUMHURBAŞKANI OLMASINDAN DAHA ÖNEMLİ BİR ŞEYDİR"
-Sanki o birbirine düşmenin sınırlarında geziyorsunuz ama… CHP’nin komisyona üye vermemesi sonrasında bazı DEM Partililerin çok keskin çıkışları oldu. Daha sonra ise Özgür Özel’in Stockholm sendromu ve ‘celladına âşık olanlar’ şeklindeki sözlerini DEM üzerine alınarak, sert tepki verdi. Bu süreç iki parti arasını epey açmaya başlamış gözükmüyor mu size de?
Bunlar arızi şeylerdir. Onarılacak ve geçip gidecektir. Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından DEM’in CHP'ye, CHP’nin de DEM’e ihtiyacı var. İki partinin bir de MHP’ye ihtiyacı var demokratikleşme için. Ama aynı zamanda iktidar partisine de ihtiyaç var. Bu iş öyle “kim kimi kündeye getirdi” diye görülecek bir iş değil. Barış birinin cumhurbaşkanı olmasından daha değerli bir şeydir benim için. Bir kişinin ölmemesi bir adamın cumhurbaşkanı olmasından daha değerli bir şeydir. Sayın Özel de CHP de işte tam bunun için barışa katkı sunuyor.
"İMRALI’YA GİTME MESELESİ YANLIŞ YÖNETİLDİ"
-Malumunuz meclis heyetinin Abdullah Öcalan ile görüşmesine dair tutanakların sınırlı ve kadrajlanmış olarak açıklanması hem DEM Parti’nin hem de sizin partinizin tepkisine neden oldu. DEM’lilere göre eğer CHP de heyete üye vermiş olsaydı, görüşmenin kamuoyuna daha şeffaf biçimde aktarılmasının önü açılmış olacaktı. İktidar bloğu bir şey gizlemeye çalışıyor mu çalışmıyor mu CHP de biliyor olacaktı. Bu haklı bir eleştiri değil mi?
Şimdi bir kere İmralı’ya gitme meselesi yanlış yönetildi. En sona doğru bırakılması birinci yanlıştı. İkincisi de bu iş adeta bir referanduma çevrildi, toplumda tartışıldı “Efendim gidilsin mi, gidilmesin mi?” diye Üçüncüsü de tam CHP kurultayının öncesine denk getirildi bu tartışma. Dördüncüsü de bu adım öncesinde CHP’nin demokratikleşme namına ortaya koyduğu taleplerin hiçbirinde bir karşılık olmadı. Bir de tabii son olarak sizin biraz önce hatırlattığınız gibi CHP tabanının önemli bir kesimi İmralı’ya gitmeye karşıydı. İster istemez bir lider adım attığı zaman kendi tabanına da kulak asması lazım. Ama tabii Özgür Özel burada hassas bir denge yürütüyor. CHP tabanının bir kısmı CHP’nin komisyonda bulunmasını da istemiyor. Buna rağmen Özgür Özel cesur biçimde katkı veriyor. Ayrıca CHP, komisyon heyetinin İmralı’ya gitmesine de karşı çıkmadı. “Ben gitmem” dedi. İkisi farklı şeylerdir. Hatta “SEGBİS ile dinlensin” gibi önerilerde bulundu. Raporunu hazırladı, sunacak. Barışa desteğimiz sürüyor.
-Siz gerekirse, partiniz görev verirse İmralı’ya dahi gidebileceğinizi söylediğiniz için şunu sormak isterim. Abdullah Öcalan’ın örgüte silah bıraktırılmasındaki rolünün işin kalbinde olduğu ortadayken ve CHP’nin ‘asıl ben çözerim’ iddiası varken, Öcalan ile görüşmenin kategorik reddinin bir manası var mı? Türkiye’de iktidar olan herhangi bir parti Abdullah Öcalan’la konuşmadan silah meselesini çözebilir mi?
Silah meselesi çözülüyor zaten.
-Ama daha çözülmedi. Henüz sadece silahlı güçlerini Türkiye’den çektiklerini açıklamakla yetindiler.
Çözülüyor bence.
"ÖCALAN OLMASAYDI SÜREÇ BU NOKTAYA GELEMEZDİ"
-Deminki sorumu tekrar sorayım çünkü yanıtını alamadım. Abdullah Öcalan’la konuşmadan PKK sorunu bitirilebilir mi?
Muhatap aktörler kimse, onlarla diyalog kurulmalı. Aktörlerle konuşulmalı. Bu işin silahlarla ilgili muhatabı kim? Öcalan olmasaydı, bu çözüm süreci bu noktaya gelir miydi? E bu realiteye gözünü kapatan, gündüzü kendine gece yapar. Ayrıca CHP iktidara karşı önemli bir tavır koydu, dedi ki “Atılması gereken demokratikleşme adımlarını atmıyorsunuz. Ve İmralı’ya gitme meselesini utangaç bir biçimde, hatta gizleyerek, bizi öne atarak yönetiyorsunuz. Yanlış yönetiyorsunuz ama ben yine de masadan kalkmıyorum. Tutanaklar gelsin, biz yine burada oturup konuşuruz, barış sürecine destek veririz.” Bugün Kürt sorunu konusundaki en ileri lafları Cumhuriyet Halk Partisi söylüyor.
Evet, 2005 yılında Sayın Erdoğan da gitti Diyarbakır meydanında “Kürt sorunu var” dedi. E ama aradan geçen 15-20 yılda işi “Böyle bir sorun yoktur” noktasına getirdi. Ondan dolayı işte Kürtler zaten bir anlamda koptular AK Parti’den. Şimdi yeni bir tartışma açmak istemiyorum çünkü ben politikanın etnisite üzerinden yapılmasına karşıyım. Ama bildiğim kadarıyla Türkiye’de 15-16 milyon civarında bir Kürt seçmen var. Bu seçmenin zaten 5-6 milyonu DEM Parti seçmeni. Daha önce önemli bir kısmı AK Parti’ye gidiyordu, şimdi bu epey aşağı indi. Şimdi İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığındaki en büyük avantajlardan biri de Kürtlerden oy alıyor olması.
"TÜRKİYE’DEKİ KÜRTLER 25 MİLYON CİVARINDA, SADECE İSTANBUL’DA 3-4 MİLYON KÜRT SEÇMEN VAR, ESENYURT'TA 700 BİN KÜRT SEÇMEN VAR"
-Bir virgül koyarsanız sorayım; sizin araştırmalarınıza göre Türkiye’deki toplam Kürt nüfusu ne kadar? Böyle bir açık kaynak bilgisi yok ya bu soruyu fikri olabilecek herkese soruyorum.
25 milyon civarında. İstanbul'daki kitleyi biliyoruz. İzmir'dekini biliyoruz, aşağı yukarı Türkiye’nin tüm illerindeki durumu biliyoruz. Sadece İstanbul’da 3-4 milyon civarında Kürt seçmen var. Sadece Esenyurt’ta 700 bin civarında Kürt seçmen var. Ama burada mesele Kürt, Türk, Sünni, Alevi olma meselesi değil. Barış ve kardeşliği tesis edebilmek için ötekileştirmeden, birtakım milliyetçilikleri kaşımadan, yaraları kaşımadan bu süreçleri yönetmek lazım. Bugün bizi ayrıştıracak konuları gündeme getirme günü değil. Barış bir siyasi partiden ve onun ajandasından büyük bir şeydir. Bakın II. Dünya Savaşı’nda Churchill’in etkisini herkes biliyor. Ama savaştan sonra girdiği seçimi kaybetti. Onun karşısında kazanan adamı ise kimse hatırlamaz.
"KÜRT MESELESİNİ ÇÖZEN TARİHİN ALTIN SAYFALARINDA YER ALIR"
-“Aldığı riskler nedeniyle seçim kaybeden” liderlerin hatırlatılırsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan adım beklemek gerçekçi mi?
Seçim kaybetme meselesi değil. Ben diyorum ki; Kürt meselesini çözen, Türkiye’ye barışı armağan eden insanlar tarihin altın sayfalarında yerini alacaklar. Mustafa Kemal Atatürk’ün bir lafı var; “Siz onun bunun dediğine bakmayacaksınız, yapıp geçeceksiniz.” Toplumların ağırlaştığı, devletlerin hantallaştığı anlar olur. Tarih o anlarda atılan ya da atılmayan adımlarla şekillenir. Devlet Bahçeli’nin adımı onun için önemli. “Ben bu adımı atarsam siyaseten kaybederim” demedi. İşte bunu yaparsanız toplumun önünü açarsınız ve tarih de sizi nakşeder. Yoksa küçük siyasi hesaplarla hareket edenler, tarih yazmaz.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu işi biraz ağırdan aldığı söyleniyor ya… Benim bakışıma göre o henüz kamuoyunun nabzını takip ediyor, alandan gelen verilere bakıyor. Meseleyi toplumsallaştıramadığı için siyaseten kâr zarar hesabına bakılıyor. Hâlbuki bu iş böyle başarıya gitmez. Kaldı ki 23-24 yıl çok uzun süredir. Yani bu, ülke için de faydalı bir şey değil. AK Parti seçmeni için de tebdili mekânda ferahlık var. Hangi parti olursa olsun, 23-25 yılda yorulur, yanlış yapar.
"SANIYOR MUSUNUZ Kİ AK PARTİ İÇİNDE YORGUNLUK TARTIŞMASI YOK"
-Biraz ütopik bir şey konuşmuyor muyuz şu anda? Hem Erdoğan’ın hem de AKP’nin seçim kaybetmeyi göze alması gerektiğini savunuyorsunuz. O siyasi ekolü iyi bilen biri olarak bu söylediğinizin gerçekçi olduğuna inanıyor musunuz hakikaten?
Siz sanıyor musunuz ki orada öyle tartışmalar yok? Elbette ki insanlar şunu görüyorlar; bir değişim olmadan ekonomi düzelmez, bir değişim olmadan adalete olan güven yeniden tesis edilemez. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin içinden de bu gidişten memnun olmayan insanlar olduğunu biliyorum.
"BELKİ ERDOĞAN GELECEK SEÇİMLERDE HİÇ ADAY OLMAYACAK, BU BİR İHTİMALDİR"
-Neden en ufak bir renk vermiyorlar o zaman kamuoyuna?
Hüseyin Çelik eski bakan değil mi? Şu anda partide görev almıyor olması, onun kimliğini değiştirmez. O mahallede böyle düşünen bir kişinin olduğunu biliyorsak, aslında öyle düşünen yüzleri binler vardır. Ben size başka bir şey söyleyeyim. Belki Cumhurbaşkanı Erdoğan gelecek seçimlerde hiç aday olmayacak. Yani bu bir ihtimaldir. Eğer seçim biraz gecikirse, 2027 sonuna doğru falan kalırsa Cumhurbaşkanı'nın aday olmayabileceği bir ihtimal olarak görülebilir.
"REMZİ KARTAL’LA YEMEK YİYEN HÜSEYİN YAYMAN, ‘AKADEMİSYENİM’ DİYOR; E PEKİ BEN NEYİM?"
-Cezaevinde olduğunuz süreçte söyleşiler verip, yazılar kaleme alıp tutuklanma sürecinize bakışınızı anlattınız. O nedenle bugün tüm detaylarına yeniden girmek yerine sadece iddiaları hatırlatmak istiyorum. Tutuklanma gerekçenize ve size yöneltilen iddialara bakınca, sizi PKK ile iltisaklı göstermeye yönelik bir dosya hazırlanıldığı gibi bir izlenim çıkıyor ortaya. Mesela iddialardan biri şu; para karşılığında örgüt üyelerini yurt dışına kaçırmışsınız…
Evet böyle akla, mantığa, izana sığınmayan iddialar mevcut. Mesela benim davamda ileri sürülen iddialardan birisi şu; bundan 12 yıl önce yürütülen çözüm sürecinde devlet gözetiminde yapılan İmralı görüşmelerinde Öcalan’ın çözüm sürecine katkı sunabilecek akil bilim insanları arasında benim ismimi de geçiriyor olması. Benim olmadığım bir görüşmede, iradem dışında ismimin geçiyor olması. Benim suçlanmamın en birinci gerekçesi bu! Düşünebiliyor musunuz?
Şu an Meclis Başkanı olan Sayın Numan Kurtulmuş’un da adı aynı konuşmada geçiyor. Bizlerin ismi haberimiz dahi olmadan Öcalan tarafından İmralı’ya giden heyetteki Pervin Buldan ve İdris Baluken’e zikredilmiş.
Efendim, yine başka bir iddia şu; 12 yıl önce çözüm süreci sırasında telefonla Remzi Kartal ile görüştüğüm iddia ediliyor. Ben öyle bir görüşmeyi hatırlamıyorum bile, keza dosyada buna dair bir delil de mevcut değil. Kaldı ki ben, evet Remzi Kartal’ı tanıyorum, kendisi Van milletvekiliydi. Aynı aşiretin mensubu insanlarız. Şimdi benim onunla telefonla görüştüğüm iddia edilerek suç sayılmaya çalışıldığı tarihte AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve MYK üyesi Hüseyin Yayman kendisiyle yemek yemiş, hatta fotoğrafları da medyaya düştü. Ve bugün kendini savunurken “Ben akademisyenim, akademisyen olarak görüştüm” diyor. E peki ben neyim? Ben de akademisyenim!
"KİRA SÖZLEŞMEMİ MAHKEMEYE SUNDUM"
-Para karşılığı örgüt üyesini yurtdışına çıkartma suçlamasına delil olarak gösterdikleri nedir?
Bu iddiayı iftiracı bir gizli tanığın ifadesine dayandırıyorlar. Oysaki benim ne böyle bir akrabam var ne de böyle olay gerçekleşti. Tamamen uydurma! Zaten gizli tanıkların iftiralarının yalan ve çelişkilerle dolu olduğunu duruşmada somut delilleriyle ortaya koyduk.
Mesela benim evimde oturan kiracı, bana kiramı göndermiş, bu bile bir suçlama konusu haline getirildi! Kira sözleşmemizi sundum, dekontlar mevcut, ödemenin kira ilişkisine dayalı olduğunu her şekilde somut delilleri ile dosyaya ibraz ettik. Hakkımda bir şey bulamadıkları için böyle alelacele bir torba yapılmış. Benim dosyamda suç teşkil eden hiçbir şey yoktu. Zaten Sayın Bahçeli de bu yüzden tahliye edilmem gerektiğini söyledi. Nitekim benim ve Ahmet Türk’ün dışarıda barışa fiilen katkı sunacağımızı da düşünüyor.
"23 ARALIK’TA BERAAT EDECEĞİME İNANIYORUM"
-Çıktınız ama bu iddialardan beraat etmiş de değilsiniz, tutuksuz yargılanmanız sürüyor.
Tutuklu yargılama bir istisnadır, esas olan tutuksuz yargılamadır. 375 gün sonra özgürlüğüme kavuştum ve 23 Aralık’ta mahkemem var, karar duruşması olacak. Bu dosyada hukukun tecelli ederek beraat edeceğime inanıyorum.
"DOSYAM AYM ÖNÜNDE BEKLİYOR"
-Bir de tabii Esenyurt Belediye Başkanlığı görevinize iade edilmediniz. Bunun olabilmesi için herhalde hakkınızdaki bütün davaların düşmesi gerekiyor değil mi?
Hayır. Ben istenirse yarın da göreve iade edilebilirim. Bu İçişleri Bakanlığının yetki ve takdirinde. Kayyımın sürüyor olması, bir demokrasi ayıbı. Esenyurt halkı da bir an önce görevime iademi bekliyor. Esenyurt’a atanan kişi bir kayyım gibi, bir devlet memuru gibi davranmadı. Haksız tutukluluğumun birinci yılında bir tanıtım lansmanı düzenledi. Benim yönetimimde hayata geçirilen projeleri kendi yapmış gibi lanse etmeye çalıştı. Atanmış bir devlet memuru, bir seçilmiş gibi davranamaz. Nitekim biz kayyım atanması akabinde İdare Mahkemesinde bir dava açarak hem görevden uzaklaştırılmam hem de yerime kayyım atanmasına ilişkin idari işlemlerin iptalini istedik. Bunun yanında dedik ki, “Kayyım atamaya elverişli hale getiren kanun düzenlemesi Anayasaya aykırıdır, bu aykırılığı kabul et ve kayyım yasasının iptali için konuyu Anayasa Mahkemesine taşı.” Bugüne kadar yüzlerce kayyım ataması oldu ve ilk defa benim ikame ettiğim davada bu talep kabul edildi ve kayyım yasasının iptali talebiyle İdare Mahkemesi dosyayı AYM’ye gönderdi. Bildiğimiz kadarıyla şu anda bu dosya AYM’nin önünde, dosyalar arasında beşinci sırada. AYM yerime kayyım atanmasındaki anayasaya aykırılığı tescil ederse sadece benim görevimin başına dönüşümün yolu açılmayacak, bu karar Türkiye’deki tüm kayyım atamaları açısından emsal olacak ve Türkiye’de mevcuttaki tüm kayyım uygulamaları sona erecek. Savunmamda da söylediğim gibi; böyle bir karar çıkması durumunda bu, barış süreci açısından da hem iktidarın hem de muhalefetin elini rahatlatır. En çok da AK Parti’nin eli rahatlar.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Bahçeli'nin ilk kez açıkladığı İmamoğlu detayı! Ahmet Özer...
CHP'li Ahmet Özer bir yıldan uzun süre tutuklu kalmış, serbest bırakıldıktan 1 ay sonra Devlet Bahçeli'yi ziyaret etmesiyle büyük ses getirmişti. Görüşmede konuşulanları ve Bahçeli'nin ifadelerini ilk kez açıklayan Özer, gerekirse CHP adına teröristbaşı Öcalan'la görüşebileceğini söyledi. Özer, süreçle ilgili toplumun kendisinden beklentisi olduğunu söyleyip "Toplumda bir karşılığımız var" dedi. Bahçeli'nin ilk kez açıkladığı Ekrem İmamoğlu detayı ise duyanları şaşırttı.
'Kent uzlaşısı' ve terör örgütü PKK üyeleriyle irtibatta olduğu iddialarıyla tutuklanıp görevinden uzaklaştırılan eski Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in yerine kayyum atanmıştı.
Özer, kayyum uygulamasına tepki göstererek göreve geri dönmeyi beklediğini bir kez daha dile getirdi.
Serbest bırakıldıktan 1 ay sonra MHP lideri Devlet Bahçeli'yi ziyaret etmesiyle dikkat çeken Ahmet Özer, adını eleştirdiği 'terörsüz Türkiye' süreciyle ilgili gündem yaratacak açıklamalar yaptı. İmralı'ya gitme meselesinin yanlış yönetildiğini savunan Özer, CHP Genel Başkanı Özgür Özel içinse "Sürece katkı sunmam konusunda çok sıcak" ifadelerini kullandı.
"BAHÇELİ 'BARIŞ YASASININ' HIZLA ÇIKMASINI BEKLİYOR"
Özer, Bahçeli ziyareti ve süreçle ilgili t24'ten Cansu Çamlıbel'e konuştu. İşte o ses getirecek röportaj:
-Bir yılı aşkın bir tutukluluğun ardından 11 Kasım tarihinde Silivri Cezaevi’nden tahliye edildiniz. Serbest kaldıktan yaklaşık bir ay sonra, 13 Aralık’ta MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ziyaret ettiniz. Siz mi talep ettiniz bu görüşmeyi?
Biliyorsunuz, ben içerdeyken Sayın Bahçeli’nin serbest kalmam ve görevime iade edilmem konusunda açıklamaları oldu. Yine Sayın Feti Yıldız’ın benimle ilgili beyanları oldu. Hem kendilerine teşekkür etmek hem de barış sürecini konuşmak üzere bir randevu talebim oldu. Sağ olsunlar kabul ettiler. Bu arada ben DEM Parti Eş Genel Başkanlarıyla da görüştüm. Mecliste grubu olan bütün partilerle görüşmek isterim.
-Madem ‘süreci’ de konuşmak istediniz. Devlet Bahçeli’nin de bu çerçevede değerlendirmeleri olmuştur görüşme sırasında herhalde.
Barış süreciyle ilgili olarak benimle aynı noktalarda olduğunu söyledi. Komisyonun çalışmalarından bahsetti. Bu zamana kadar 19 görüşme olduğunu, MHP ve DEM’in raporlarını verdiğini hatırlatarak CHP ve AK Parti’nin raporlarının beklendiğini söyledi. “Onlar da bir an önce verirse, süreç hızlanacak ve ardından yasa çıkacak” dedi. Onun isteği eğer mümkünse bütçe görüşmeleri arasında yasanın çıkması yönünde.
-Sayın Bahçeli’nin hızla çıkmasını beklediği yasa silah bırakılan PKK’lıların Türkiye’ye dönüşünün önünü açacak ‘infaz yasası’ değil mi?
Barış yasası.
"BENİM DE BU SÜRECİN BİR MUHATABI OLDUĞUMUN ALTINI ÇİZDİ"
-‘Barış yasası’ sizden bir gün önce Devlet Bahçeli’yi ziyaret eden DEM Parti İmralı heyetinin kullandığı terminoloji. Devlet Bey’in de aynı ifadeyi kullanması dikkat çekici. Konuştuğumuz şey bir çeşit ‘eve dönüş yasası’ ama. Doğru mu?
Yani evet, ben de öyle anladım. Bu konuyu çalışmasını Feti Bey’den rica ettiğini söyledi. Nitekim ben daha sonra Feti Bey ile konuşurken o da bana bu konuyu arkadaşlarla konuştuğunu söyledi. Yetişir mi, yetişmez mi orası başka bir şey. Ama sonuçta Devlet Bey süreç fazla uzamadan bu yasal çerçevenin de bir an önce bitirilmesini ve eve dönüşlerin gerçekleşmesini istiyor. Devlet Bey görüşmemizde, benim de bu sürecin bir muhatabı olduğumu ve bu sebeple hedef gösterilemeyeceğimin altını çizdi. Bu benim açımdan tabii önemliydi. Ben tabii kendisine Genel Başkan Özgür Özel'in selamlarını ilettim. Zaten Sayın Özel'le görüştüm kendisiyle görüşmeden önce.
-Özgür Özel’den haberli ve hatta onun mesajlarını da götürerek Bahçeli’ye gittiğinize göre bir nezaket ziyaretinin ötesinde şeyler konuşuldu diye anlıyorum.
Ben barış sürecindeki samimi ve kararlı duruşu için teşekkür ettim. Ama ardından barış süreci devam ederken yapılan operasyonları ve yargıya olan güven düşüklüğünü de konuştum. Buna örnek olarak da İmamoğlu davalarında değişen hâkimleri gösterdim. Bir yandan barış süreci yürütülürken, öte taraftan İmamoğlu’na 2500 yıl ceza istenmesi bu sürece zarar veriyor. Toplumun yarısı dışlanarak barışın sağlanamayacağını belirttim. Barışın bu kez başarılı olabilmesi için topluma mal edilmesi ve toplumsallaşması gerektiği üzerinde durdum. Bunun için de niyet, samimiyet, empati ve barış dilinin altını çizdim. Bu noktada bazı samimi adımların atılması gerektiğinin altını özellikle çizdim.
"BARIŞ SÜRECİNİN BAŞARILI OLMASI İÇİN KAYYIM REJİMİNİN SON BULMASI GEREKİR"
-Sizin süreci başarıya götürecek ‘samimi adım’ olarak gördüğünüz şeyler nedir?
Tutuksuz yargılama, kayyımların iadesi, hasta tutukluların bırakılması, AİHM ve AYM kararlarına uyulması gibi bazı adımlar atılabilir. “Bunlar barışa olan inancı yükseltecek ve toplumu rahatlatacaktır” dedim. Ben bu görüşlerimi zaten cezaevinden çıktıktan sonra televizyonlarda söylemiştim. Bunu kendisine tekrar ettim. O da beni izlediğini, takip ve takdir ettiğini söyledi. Kayyımların iadesi konusunda Sayın Bahçeli de bizimle hemfikir. Barış sürecinin başarılı olması için kayyım rejiminin son bulması gerekir. Bu konuda Sayın Bahçeli de benzer bir şey düşünüyor. Zaten daha önce “İki Ahmet görevine dönmeli” şeklinde bir demeci de vardı. Ahmet Türk’ü ve beni kastetmişti. Sayın Bahçeli barış dilinin egemen olması ve siyasetteki tansiyonun düşürülmesi önerisinde bulundu. Aslında ben bu yorumu yapınca, kendisi de bu öneriyi teyit etti.
"BAHÇELİ, ‘KILIÇDAROĞLU’NDAN SONRA GENEL BAŞKAN KİM OLMALI DİYE SORULDUĞUNDA ÖZGÜR ÖZEL’İN İSMİMİ ZİKRETMİŞTİM’ DEDİ"
-Yani Bahçeli kendiliğinden söylemedi. Bu konuyu siz gündeme getirince o da üzerine söyledi. Doğru mu anladım?
Evet, ben barış dilinin egemen olması ve siyasetteki tansiyonun düşürülmesi konusunu konuşurken o da buna katıldığını söyledi. Ayrıca Sayın Bahçeli siyasal istikrarın öneminin altını çizdi. Türkiye’deki istikrarın aynı zamanda dışarıdaki ilişkilerimiz için de önemli olduğunun altını çizdi. Ben Özgür Özel’in kendisine selamlarını ilettiğini söylediğimde o da şunu söyledi; “Ben Sayın Özel’i mecliste uzun yıllardan beridir tanıyorum. Hatta bana ‘Kemal Kılıçdaroğlu’ndan sonra kim genel başkan olmalı?’ diye kendisine sorduklarında ben Özgür Özel’in adını zikrettim” dedi.
"İMAMOĞLU’NUN BİR YAKININ GEÇMİŞTE KENDİ ASİSTANI OLDUĞUNU, AİLEDEN KENDİ CAMİALARINDA İNSANLAR OLDUĞUNU SÖYLEDİ"
-Bunu söylemesini, Özgür Özel’i beğendiği anlamına gelecek bir yorum olarak mı algıladınız?
Yani Özgür Özel’e karşı bir tavrının, bir tutumun söz konusu olmadığı şeklinde anladım ben onu. Öte yandan, İmamoğlu ailesini tanıdığını, bildiğini söyledi. Hatta İmamoğlu ailesinden kendi camialarında insanlar olduğunu söyledi. İmamoğlu’nun bir yakınının da geçmişte kendi asistanı olduğunu söyledi.
"SİLAHLARI YAKMANIN GÖMMEK VEYA TESLİM ETMEKTEN DAHA ANLAMLI BİR DAVRANIŞ OLDUĞUNU SÖYLEDİ"
-Bu çok ilginç. Ben bilmiyordum, siz biliyor muydunuz?
Yok, hayır. Ben İmamoğlu davalarındaki hukuk sorunlarından bahsettim. İmamoğlu’nun davalarında neredeyse hemen hemen biraz olumlu tavır sergilenen hâkimler değişmesinin hukuka duyulan güveni aşağıya çektiğini söyledim. O da o da İmamoğlu’yla ilgili bunu söyledi. Ayrıca yargılamanın gizli tanıklar ve itirafçılar üzerine kurulmasını da doğru bulmadığını, hatta bu konuda yardımcısı Feti Yıldız’ın açıklaması bulunduğunu belirtti. Barış yasasını önemsediğini, hatta mümkünse yılbaşından önce çıkmasını arzuladığını söyledi. Silahları gömmek veya teslim etmekten ziyade silahları yakmanın anlamı üzerinde durdu. Bunun daha anlamlı, daha yerinde bir davranış olduğunu söyledi.
"SİLAHLAR TESLİM EDİLİRSE SANKİ KARŞI TARAF DİZ ÇÖKTÜ GİBİ BİR ANLAM ÇIKABİLİR, BU DA BAZI YENİ FRAKSİYONLARA NEDEN OLABİLİR DİYE DÜŞÜNÜYOR"
-Bunu biraz açar mısınız? Anladığım kadarıyla sadece 11 Temmuz’daki silah yakma törenini kastetmiyor. Bundan sonraki süreçte PKK’nın bütün silahlarının yakılarak imha edilmesi metodunu uygun bulduğunu mu söylüyor?
Onu şöyle açtı; “Silahları gömmek, o silahların yeniden gömüldükleri yerden çıkabileceği anlamına gelebilir. Silahlar teslim edilirse, o zaman da sanki karşı taraf işte diz çöktü, teslim oldu anlamı çıkabilir buradan. Bu da yeni birtakım fraksiyonlara, tazyiklere yol açabilir. Ama silahları yakmak o silahların bir daha tekrar kullanılmayacağı anlamı taşıdığı için en anlamlı davranıştır.” Ayrıca Öcalan’a neden “kurucu önder” dediğini de açıkladı.
"‘İKİ NOKTA ARASINDA EN KISA YOL BİR DOĞRUDUR, ŞU ANDA MUHATAPLARDAN BİRİ ÖCALAN BİRİ DE DEVLETTİR’ DEDİ"
-‘Kurucu önder’ meselesini siz mi sordunuz, yoksa kendisi mi açıklama gereği hissetti?
Yani iş bir noktaya geldi. Ben “Süreç uzarsa enfekte olabilir, süreci hızlandırmak lazım” dedim. O da bunun üzerine kendisine bazı eleştiriler olduğunu söyledi. “İki nokta arasında en kısa yol bir doğrudur. Bir eğri de çizip sonra sona gidebilirsiniz. Bu zaman ve kaynak israfına neden olur. Şu anda muhataplardan biri Öcalan’dır, biri de devlettir. Bunu yok sayarak, öteleyerek, etrafından dolanarak bir yere varılamaz. Ben bunu apaçık bir biçimde ortaya koydum. Koyuyorum da” dedi. Benim geçmişten bugüne barış süreci konusundaki çalışmalarımı, makalelerimi okuduğunu, sürecin yürütülmesini aynı çerçevede gördüğünü belirtti. Benim Kürt sorununun çözümü konusunda yayınlanmış bazı makalelerim masasında duruyormuş.
"SELAHATTİN DEMİRTAŞ'IN BİR AN ÖNCE ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞMASINDAN YANA"
-Hangi makale olduğunu öğrenebildiniz mi?
Benim 2019’da SODEV’in Sosyal Demokrat Dergi’sinde yayımlanan makalem. Zaten benim de bir aktör olarak süreçte rolüme değdi. Diyaloğun bundan sonra da devam etmesi gerektiğinin altını çizdi. Aynı zamanda Serhattin Demirtaş’ın da bir an önce özgürlüğüne kavuşmasından yana olduğunu söyledi.
-Demirtaş konusunu siz mi açtınız, yoksa “kurucu önder” meselesi gibi kendisi mi izah etmek istedi?
Bunların büyük kısmı benim yaptığım konuşmalara verdiği cevaplardı. Ben AYM ve AHİM kararlarının uygulanması gerektiğinin altını çizdiğimde, “Selahattin Demirtaş’ın bir an önce serbest kalmasının ülkemizin yararına olduğunu, barış sürecine katkı sunacağını düşünüyorum ve bundan yana olduğumu bilmeni istiyorum” dedi. İşte benim, Ahmet Türk’ün, Selahattin Demirtaş’ın barış sürecine katkılarımızdan bahsetti.
"FETİ YILDIZ, İBB DOSYASINDA DÜZENLENEN TENSİPLE KİMSENİN TAHLİYE OLMAMASINA ŞAŞIRDI, BUNUN İYİ OLMADIĞINI SÖYLEDİ"
-Biraz önce Feti Yıldız ile de görüştüğünüzden bahsettiniz. Feti Yıldız, Bahçeli ile görüşmenize mi katıldı, yoksa onunla daha sonra ayrıca mı görüştünüz?
Evet, Feti Bey ile ayrıca görüştük. Kızım Seraf da yanımızdaydı ve o sırada İBB dosyasında düzenlenen tensip açıklanmıştı. Seraf onu takip ediyordu. Seraf haberleri takip etmek için dışarı çıkıp geri geldiğinde hiç kimsenin tahliye olmamasına çok üzüldüğünü söyledi. Feti Bey de o esnada öğrenmiş oldu. Buna çok şaşırdığını, bunun aslında iyi olmadığını, bununla ilgili gerekli girişimlerde bulunacağını söyledi. Dosyada hiç adı olmayan insanlar var tutuklu biliyorsunuz. Feti Bey de zaten bu zamana kadar hukuk ilkelerine vurgu yapan sosyal medya paylaşımları yapmış biri. Yani daha önce izlediği çizgiye paralel bir duyguda konuştu. Ben de hukuka duyulan güvenin yukarı çekilmesi ve hukuk güvenliği konusunda yapmış olduğu açıklamaları için Feti Bey’e teşekkür ettim. Kendisi, ben daha içerideyken benim bazı çalışmalarımı da referans göstermişti. Ben de hukukla ilgili muhalefetin eleştirilerinden ziyade iktidar ve iktidar ortağının açıklama yapmasının önemli olduğunun altını çizdim. Bunları hem içerdeki arkadaşlarımızın hem de dışardaki bizlerin dikkatle izlediğimizi söyledim. Ama asıl önemli olanın, bu doğru tespitlerin pratikte hayat bulması olduğunun altını çizmiş oldum.
“BEN ERDOĞAN’IN TABANI NEDENİYLE İŞİ AĞIRDAN ALDIĞINI SÖYLEYİNCE, SAYIN BAHÇELİ ‘DOĞAL OLARAK HER PARTİ SEÇİMİ KAZANMAK İSTER’ DEDİ"
-Devlet Bahçeli’nin masasında durduğunu söylediniz makaledeki önerilerinizi hatırlıyorum. “İktidar, muhalefet, üniversiteler, aydınlar, başta olmak üzere STK’lar tarihsel gerçeğin ne olduğu konusunda halkı aydınlatmalı, ikna etmeli; gerçeği onunla yüzleşerek anlatmalıdır. Ancak o zaman barış toplumsal zemin bulabilir. Bunların yapılması ve başarıya ulaşması için özgür bir tartışma ortamının oluşturulması da şarttır” şeklinde bir uyarı var o makalede. Bugün süreçte bir toplumsallaşma sorunu yaşandığı ortada. Bahçeli’nin bugün işin iletişiminde ve toplumsallaşmasında bir aksaklık ya da eksiklik olduğuna dair herhangi bir yorumu ya da vurgusu oldu mu?
O benim tespitim. Yani geçmişte birçok deneme oldu. Bu denemelerin başarısızlığının birçok nedeni var. Ama en önemli nedenlerinden birisinin işin yeterince topluma mâl edilmeyişi, toplumsallaşamaması olduğunu söyledim. Sayın Bahçeli bu işin giderek toplumda kabul gördüğüyle ilgili yükselen bir trend olduğunu söyledi. Ben de dahil olmak üzere aktörlerin toplumla buluşup bunu anlatmaları lazım. Çünkü 40 yılda oluşmuş ön yargıları 40 günde onarmanın zor olduğunu söyledim. Bu işin bir vicdani ve insani yanı var, bir de siyasi yanı var. Ben Sayın Bahçeli’nin bu işle ilgili samimi ve kararlı duruşunu takdir ederken, AK Parti’nin ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu işi biraz ağırdan aldığını, bu kaygısının da seçimler ve tabanıyla ilgili olduğunu düşündüğümü söyledim. O da “Doğal olarak her parti seçimi kazanmak ister” şeklinde bir cevap verdi.
-Yani o manada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiren bir şey söylemedi.
Yok öyle demeyeyim. Onlar da zaten bu işin o tarafıyla ilgili olarak yeterince hızlı olmadığının farkındadırlar.
"TOPLUMUN ÇÖZÜM SÜRECİNDE ROL ALMAMLA İLGİLİ BEKLENTİSİ VAR, PARTİM BU KONUDA GÖREV VERİRSE SEVE SEVE YAPARIM"
-Bu görüşmede verdiğiniz mesajlara bakınca sanki siz bu süreçte belediye başkanı olmanızın ötesinde bir rol oynayabileceğinizi düşünüyorsunuz gibi bir izlenimim oluştu. Çözüm sürecinde bir rol beklentiniz mi var?
Toplumun böyle bir beklentisi var. Bizim toplumda bir karşılığımız var. Geçen hafta mesela Van’daydım. İlgiden sokakta yürüyemiyorum. İnsanlar benim şahsımda pek çok siyasetçiye yapılan haksızlık konusunda vicdan yapıyor. Halktan böyle bir beklenti varken, eğer partim de bu konularla ilgili bana bir görev verirse seve seve yaparım. Ama ben aynı zamanda Esenyurt’un seçilmiş Belediye Başkanı’yım. Görevime dönüp görevimi de hakkıyla yapmak istiyorum, çünkü Esenyurt halkının da böyle bir beklentisi var. Bir siyasi operasyonla ben alındım. Ben bu barış süreci olduğu için tahliye olmuş değilim. Benim zaten dosyam bomboş. 64 yaşına kadar bu kadar görevi yapmış birisi hiçbir örgüte üye olmamış da belediye başkanı olduktan sonra aklını mı oynatmış da gitmiş örgüt üyesi olmuş? Bunlar gizli tanıklarla kurgulanan bir hikâyeydi.
"ÇÖZÜM SÜRECİNDE İLERLEME OLUNCA ‘KENT UZLAŞISI’ İDDİASI BERHAVA OLDU"
-Zamanlama açısından sizin alındığınız tarih ne anlama geliyordu? Zira Devlet Bahçeli 22 Ekim 2024’te Öcalan’a tarihi çağrısını yaptı: “Mecliste gelsin konuşsun örgütünü lağvetsin” dedi. Siz o çağrıdan tam 8 gün sonra tutuklandınız, 30 Ekim 2024’te. Yani süreci zedeleyecek siyasi operasyonlar, süreçle aslında neredeyse eşzamanlı başlatıldı. Bunun anlamı neydi?
Ben tutuklandığımda, çözüm süreciyle ilgili bu gelişmeler henüz bu düzeyde değildi. Çözüm sürecinde ilerleme olunca, ‘Kent Uzlaşısı’ iddiası ki biz ona ‘Türkiye İttifakı’ dedik, berhava oldu. Zaten bundan dolayı tutuklanan meclis üyelerimizin büyük çoğunluğu tahliye oldu. Ancak hala bu dava Sayın İmamoğlu, Emrah Şahan, Mehmet Ali Çalışkan, Ebru Özdemir ve diğerleriyle ilgili açılmadı, kent uzlaşısından iddianame olmaksızın aylardır içeride tutuklu olan arkadaşlarımız var. Bu haksız tutukluluğun da sona ermesi gerekir. Belirttiğim gibi ‘Kent Uzlaşısı’ dosyasından ilerleyemeyince bu sefer işin yönü biraz ‘yolsuzluk’ iddialarına doğru çevrildi.
"KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN HERKESLE DİYALOĞA VE MÜZAKEREYE VARIM, PARTİM GÖREV VERİRSE ÖCALAN İLE DE GÖRÜŞÜRÜM"
-Hakkınızdaki iddialara döneceğim ama çözüm süreci ile ilgili oynamak istediğiniz rol konusunda bir sorum daha var. Gerekirse Öcalan ile de görüşür müsünüz?
Ben barışın gerçekleşmesi için herkesle görüşürüm. Kürt sorunun çözümü ve barışın gerçekleşmesi için diyalog ve müzakere şarttır. Bunu diyen biri olarak da ben konunun çözümü ve barışın gerçekleşmesi için herkesle diyaloga varım ve herkesle müzakere etmeye varım.
"ÖZGÜR ÖZEL SÜRECE KATKI SUNMAM KONUSUNA ÇOK SICAK"
-Peki siz bu konuyu bu kadar açık olarak Genel Başkan Özgür Özel ile konuştunuz mu? Önümüzdeki süreçte sizi yeni bir şapkayla görebilir miyiz?
Bu Sayın Genel Başkan’ın takdirinde. Benim bu süreçte katkı sunmam konusuna çok sıcak. Biz Sayın Genel Başkan’la bu konuda üstümüze düşen her türlü görevi birlikte yapmaya, yürütmeye amade olduğumuz konusunda mutabıkız zaten. Partim bana ne görev verirse, yaparım. Cumhuriyet Halk Partisi ve İşçi Partisi benim komisyonda konuşmam konusunda önerge verdiler ama olmadı. Zaten o süreç bitti. Bundan sonraki süreçte bir kişi olarak, bir akademisyen olarak, bir yurttaş olarak ben üstüme düşen rolü oynamak isterim. Zaten 40 yılını bu işe vermiş, barış ve demokrasi için çalışmış birisiyim.
"BEN BU SÜRECE AMASIZ, FAKATSIZ DESTEK VERİYORUM"
-Gerekirse CHP adına Öcalan’a da gider misiniz mesela?
Eğer partim de bu konularla ilgili bana bir görev verirse seve seve yaparım. Herkesle konuşuruz. Ben şöyle düşünüyorum, pratikte oynayacağınız rol zaten size o misyonu verir. Yani bir yerden bir görev alıp da bunu yapmak yerine kendiniz adım atabilirsiniz. Ben zaten bir aydın olarak, bir akademisyen olarak, bir yurttaş olarak bu barış sürecinin başarıya ulaşması için elimden gelen her türlü katkıyı vereceğimi çıktığım günden beri söylüyorum. Hatta daha içerideyken de bu çağrılarda bulundum. Bu zaten bir aydın sorumluluğudur. Bu sorumlulukta eğer başarılı olursak, bu işi daha da büyüterek devam ettirebiliriz. Ayrıca birinin bize bir görev ifa etmesi gerekmez ama bize bir böyle rol verilirse de bundan da çekinmeyiz yani. Zaten bunu yapıyoruz. Ben bu barış sürecine amasız, fakatsız destek veriyorum.
"ÖZGÜR ÖZEL BARIŞ SÜRECİNE SONUNA KADAR DESTEK OLACAĞININ ALTINI ÇİZDİ"
-Cumhuriyet Halk Partisi başından beri ‘Terörsüz Türkiye’ sürecinin karşısında durmadı. İşte meclis komisyonuna katıldı ama İmralı ziyareti için heyete üye vermedi. Yine de tabanından gelen bütün tazyike rağmen komisyonda durmaya devam ediyor. Yani CHP’nin kurumsal tavrı ‘ama’lı bir destek görüntüsünde. Oysa siz “Ben bu barış sürecine amasız, fakatsız destek veriyorum” diyorsunuz. Partinizden ilerde bir pozisyon aldığınızı düşünerek yanılıyor muyum?
İki noktanın altını çizeyim. Birincisi, Genel Başkan Özgür Özel barış sürecine sonuna kadar destek olacağının altını çizdi. İkincisi de biz CHP olarak Türkiye’de Kürt sorunu olduğunu düşünüyoruz. Son bir Kürt bile “Kürt sorunu vardır” diyorsa, vardır kardeşim. Özgür Özel “Biz de bunu siyasetçi olarak çözmeye amadeyiz” dedi. Biz komisyonda üstümüze düşen görevi sonuna kadar yürüteceğiz. Yani bu noktada da kimsenin bir şüphesi olmasın.
"BU İŞ ÇÖZÜLDÜĞÜ TAKDİRDE TÜRKİYE BEŞ ON YIL İÇİNDE BÖLGENİN EN SAYGIN DEMOKRASİLERİNDEN OLABİLİR"
-‘Barış süreci’ diyorsunuz da iktidarın böyle bir dili, argümantasyonu ve çerçevesi olduğuna dair henüz bir emare görmedik. Henüz ve sadece silahları konuştuğumuz bir ortamdayız. Yine de süreç size neden bir ‘barış süreci’ gibi gözüküyor?
Evet, gözüküyor çünkü bu tarihi bir adımdır. Özellikle Sayın Bahçeli’nin çıkışı önemlidir. Bu iş çözüldüğü takdirde, Türkiye önümüzdeki beş-on yıl içerisinde bu bölgenin en saygın demokrasilerinden biri olabilir. Onun için bu fırsat asla heba edilmemelidir. Ve bu, Cumhuriyet Halk Partisi olmadan da başarılamaz. Biz barış sürecini sonuna kadar destekliyoruz. Ama Türkiye’de bir Kürt sorunu var. Kürt sorunu da çözülmeli. Biz onu çözmeye de talibiz. Şimdi çözebiliriz, yarına kalırsa da biz iktidara geldiğimizde bu sorunu çözeceğiz. Bu son derece kıymetli bir şeydir. Çünkü şu anda iktidar bunları söylemiyor.
‘Terörsüz Türkiye’ kavramını ben yanlış ve eksik buluyorum. Mesele demokratik Türkiye’dir. Tamam, herkes artık silahlar bırakılsın istiyor. Ama sadece silah bırakmakla bu iş çözülmez. İktidarla bizim ayrıştığımız nokta bu. Kardeşim, barış iki kanatlı bir kuştur, bir kanadı barışsa bir kanadı da demokrasidir. İktidar da diyor ki “Hele bu işi bitirelim. Sonra demokratik adımları atarız.” Geçmişten gelen bir güvensizlik olduğu için de bunu yapıyor. Ama barış ve demokrasinin bir arada yürümesi gerekir.
"İKTİDARIN ELİNİ ÇABUK TUTMASI LAZIM, YOKSA SÜREÇ ENFEKTE OLUR"
-Bahçeli’nin sizinle görüşmede de zikrettiği ‘Barış Yasası’ konusuna dönersek… Burada ciddi manada bir tökezleme yaşandığını izliyoruz. PKK’nın sembolik silah yakma töreni 11 Temmuz’da, yani beş ay önceydi. Sonrasında PKK, bu hukuki adımı beklemeye başladı. Sizin çatışma çözümlerindeki bu aşamayla ilgili de akademik çalışmalarınız var. Size göre bu işin takvimi nasıl olmalı ya da olmalıydı?
Ben post-doktoramı çatışmaların çözümü üzerine yaptım. 42 kitap yazdım, 15 tanesi bu işle ilgilidir. Bir silahlar bırakılır. İki, hukuki zemin oluşturulur. İkinci adım bu bahsettiğimiz zaten. İşte birtakım grupların yavaş yavaş Türkiye’ye dönüşünün ve toplumsal hayata katılımının önünün açılması. Ama bu aşama çok uzadı. İşin başlangıcından bugüne bir sene geçti. İş uzadıkça enfekte olma riski yüksek, sabotaj olması riski yüksek. Bu süreç, süt liman olacak değil elbette. Koca bir olay var ortada. Binlerce taraftar var. Onun için iktidarın elini çabuk tutması lazım. Bu aşama her zaman sabotaja, bozulmaya, lafların yanlış anlaşılmasına müsait bir ortamdır. Dünyada da örnekleri var.
Bu ikinci adım, yani hukuki düzenleme halledildikten sonra üçüncü adım eve dönüştür. Ama şu anda devleti yönetenler “Gelsinler, teslim olsunlar, sonra biz hukuki altyapı oluştururuz” diyor. Böyle bir usul yok ki! Yani geldiğinde tutuklayacaksın adamı hapse atacaksın. İnsanlar o zaman gelir mi? Amaç üzüm mü yemek bağcı mı dövmek? Bu söylemler ya bu işi bilmezlikten ya da bu işin olmasını istememekten kaynaklanıyor. Daha bir de dördüncü adım var; toplumsal entegrasyon. Bu aşamanın en kritik unsuru da hakikatlerle yüzleşmedir. Kalıcı barış için Türklerin gururu incitilmemeli, Kürtlerin onurlu yaşamanın da önü açılmalı. Kardeşlik hukuku bir temele bağlanmalı ki gerekir ki bundan sonra biz yol yürüyebilelim. Bakın, toplamda devletin 9 tane girişimi olmuş bu işi çözmek için. Hepsi başarısız olmuş. Başarısızlığın çeşitli nedenleri var ama en birinci neden toplumsallaştırılmamış olması. Topluma biz bunu kabul ettirmemişiz. Bunun topluma kabul ettirilmesi lazım.
"SÜREÇ YİNE DE ARTIK GERİ DÖNÜLECEK NOKTAYI AŞTI, KENDİNE HAS BİR MODEL VE BAŞARILI"
-Sürecin toplumsallaşması için ne yapılması gerekiyor ve AKP iktidarı yapmıyor?
En büyük mesele dildir. Dili değiştirmemiz lazım çünkü dildir savaşı çıkaran ve dildir barışı yapan. Mesela düşünelim kan davası yapanlar geliyorlar bir sofrada buluşuyorlar, oturduklarında birbirlerine küfrederlerse barış olur mu? Barışacağın insana karşı tabii ki dilini değiştirerek yapacaksın. Bence Bahçeli doğru yapıyor. Ama devletin de dilini değiştirmesi lazım, halkın da dilini değiştirmesi lazım, örgütün de dilini değiştirmesi lazım. Her iki tarafın da gerekirse fedakârlık yapması, ödün vermesi lazım ki ortada bir noktada buluşsunlar. Barış “ben yaptım oldu” demekle olacak bir şey değil. Ama yine de bana göre barış süreci artık geri dönülmesi zor noktayı aştı. Bahçeli paradigmayı değiştirdi. Sonra ikinci adım Öcalan’dan geldi; belki en sonda olacak adımı Öcalan en başta atarak örgüte “kendini feshet” çağrısında bulundu. Örgüt de bunu kabul etti. Yani bu kendine has bir model ve bence başarılı.
"ÜLKENİN BİRİNCİ PARTİSİNİ KRİMİNALİZE EDEREK BARIŞI NASIL YAPACAKSINIZ?"
-Toplumsallaşmanın önünü açacak somut adımlar ne olabilir size göre?
Sayın Bahçeli bu konuda sürekli diretiyor, fikirler ortaya atıyor. Kendi tabanı belki ona karşı çıkacak şeyler bulunuyor. Ama buna rağmen geri adım atmıyor. İşte iktidarın da tam bunu yapması ve somut adımlar atması lazım. Mesela tutuksuz yargılama çok önemli. Şu anda Türkiye’nin birinci partisi olan CHP’nin 16 belediye başkanı tutuklu yargılanıyor, cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’na 2000-3000 yıl ceza isteniyor. Ülkenin birinci partisini bu şekilde kriminalize ederek, dışlayarak barışı nasıl yapacaksınız? Şimdi mesela benim hakkımda kesinleşmiş bir hüküm de yok. Beni niye görevime iade etmiyorsun? Tutuksuz yargılamıyorsun, yargılamayı cezalandırmaya çeviriyorsun, kayyımlar hala devam ediyor. Hasta tutuklularla ilgili bir adım atmıyorsun. Feti Bey de söyledi geçen gün; tutuklama bir ceza değil, cezanın infazını sağlayan geçici bir araçtır. Adaleti sağlamak bir söylem değil eylem meselesidir. Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Tayfun Kahraman, Can Atalay; daha bilmediğimiz birçok insanla AYM ve AİHM kararları uygulanmıyor. Bunlarla ilgili hem AYM’nin hem de AİHM’in kararları var. Bir devlet olmanın temel felsefesi bir anayasasının olmasıdır. O neden uygulanmıyor? Bir taraftan “Barış yapacağım” diyorsunuz, öte taraftan CHP’ye operasyonlar devam ediyor. Yani bir tansiyonu düşürün. Partiler birbirinin düşmanı değil, birbirinin rakibidir. Ve siyaset nezaketle yapılmalı. Siyaset toplumu yönetme sanatıdır.
"DEM TUZAĞA DÜŞMEMELİ VE CHP İLE DİYALOĞU SÜRDÜRMELİ"
-Cumhuriyet Halk Partisi’nin kor kitlesinde sürece karşı ciddi bir reaksiyon var. Bunun ana sebebi de sizin belirttiğiniz gibi iktidarın oy verdikleri partiye karşı topyekûn bir savaş açtığı duygusuna kapılmış olmaları. Bir de tabii bu sürecin Erdoğan tarafından dördüncü kez seçilmenin aracı olarak kullanılacak olacağına dair emareler CHP kitlesindeki alerjiyi arttırıyor. Bu iki sebepten dolayı da Özgür Özel’in komisyonda kalma kararına kızan çok CHP’li tanıyorum.
Buradan şunu söylemek istiyorum böyle düşünen arkadaşlara; mesele AK Parti ve CHP arasındaki bir mesele gibi görüyorlar ama mesele bu değil. Mesele örgütün silah bırakmada devletle anlaşması meselesidir. Silahların bırakılmasını da herkes istiyor, CHP de. Ayrıca tabii ki bir siyasi parti bir adım attığı zaman o adımın kendi siyasetine de yararlı olmasını ister. Bunda yanlış bir şey yok. Ama bütün meseleyi sadece kendi siyasal çıkarları için yaparsa bu iş gitmez. Çünkü bu biraz da siyaset üstü bir şey. Yani böyle bir misyonla karşı karşıya olan siyasetçi kendi partisinin çıkarlarını kendi çıkarlarından önce tutmalı ama ülkenin çıkarlarını ve geleceğini de kendi partisinin çıkarlarından önde tutmalı.
Bugün bu projeyi devlet yürütülüyor. Devleti kim yönetiyor? AK Parti yönetiyor. Onu demokratikleşme konusunda adım atmaya yönlendirmek için DEM ve MHP’ye büyük bir görev düşüyor. Çünkü tek başlarına güçleri yetmez… AK Parti ağırdan alıp, ayak sürüdüğünde Sayın Bahçeli nasıl ön aldı ve “Siz gitmezseniz ben gideceğim İmralı’ya” dedi. DEM de bana göre iki şey yapmalı. Birincisi iktidara net biçimde “Ana muhalefet partisine bu operasyonları yapmamalısınız. Bu barışa zarar veriyor” demelidir. İkincisi de DEM tuzağa düşmemeli ve CHP ile diyaloğu sürdürmelidir. Bu CHP açısından da böyle. CHP de DEM de aralarını açmaya, ikisini birbirine düşürmeye dönük hiçbir oyuna gelmemeli.
"BİR KİŞİNİN ÖLMEMESİ, BİR ADAMIN CUMHURBAŞKANI OLMASINDAN DAHA ÖNEMLİ BİR ŞEYDİR"
-Sanki o birbirine düşmenin sınırlarında geziyorsunuz ama… CHP’nin komisyona üye vermemesi sonrasında bazı DEM Partililerin çok keskin çıkışları oldu. Daha sonra ise Özgür Özel’in Stockholm sendromu ve ‘celladına âşık olanlar’ şeklindeki sözlerini DEM üzerine alınarak, sert tepki verdi. Bu süreç iki parti arasını epey açmaya başlamış gözükmüyor mu size de?
Bunlar arızi şeylerdir. Onarılacak ve geçip gidecektir. Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından DEM’in CHP'ye, CHP’nin de DEM’e ihtiyacı var. İki partinin bir de MHP’ye ihtiyacı var demokratikleşme için. Ama aynı zamanda iktidar partisine de ihtiyaç var. Bu iş öyle “kim kimi kündeye getirdi” diye görülecek bir iş değil. Barış birinin cumhurbaşkanı olmasından daha değerli bir şeydir benim için. Bir kişinin ölmemesi bir adamın cumhurbaşkanı olmasından daha değerli bir şeydir. Sayın Özel de CHP de işte tam bunun için barışa katkı sunuyor.
"İMRALI’YA GİTME MESELESİ YANLIŞ YÖNETİLDİ"
-Malumunuz meclis heyetinin Abdullah Öcalan ile görüşmesine dair tutanakların sınırlı ve kadrajlanmış olarak açıklanması hem DEM Parti’nin hem de sizin partinizin tepkisine neden oldu. DEM’lilere göre eğer CHP de heyete üye vermiş olsaydı, görüşmenin kamuoyuna daha şeffaf biçimde aktarılmasının önü açılmış olacaktı. İktidar bloğu bir şey gizlemeye çalışıyor mu çalışmıyor mu CHP de biliyor olacaktı. Bu haklı bir eleştiri değil mi?
Şimdi bir kere İmralı’ya gitme meselesi yanlış yönetildi. En sona doğru bırakılması birinci yanlıştı. İkincisi de bu iş adeta bir referanduma çevrildi, toplumda tartışıldı “Efendim gidilsin mi, gidilmesin mi?” diye Üçüncüsü de tam CHP kurultayının öncesine denk getirildi bu tartışma. Dördüncüsü de bu adım öncesinde CHP’nin demokratikleşme namına ortaya koyduğu taleplerin hiçbirinde bir karşılık olmadı. Bir de tabii son olarak sizin biraz önce hatırlattığınız gibi CHP tabanının önemli bir kesimi İmralı’ya gitmeye karşıydı. İster istemez bir lider adım attığı zaman kendi tabanına da kulak asması lazım. Ama tabii Özgür Özel burada hassas bir denge yürütüyor. CHP tabanının bir kısmı CHP’nin komisyonda bulunmasını da istemiyor. Buna rağmen Özgür Özel cesur biçimde katkı veriyor. Ayrıca CHP, komisyon heyetinin İmralı’ya gitmesine de karşı çıkmadı. “Ben gitmem” dedi. İkisi farklı şeylerdir. Hatta “SEGBİS ile dinlensin” gibi önerilerde bulundu. Raporunu hazırladı, sunacak. Barışa desteğimiz sürüyor.
-Siz gerekirse, partiniz görev verirse İmralı’ya dahi gidebileceğinizi söylediğiniz için şunu sormak isterim. Abdullah Öcalan’ın örgüte silah bıraktırılmasındaki rolünün işin kalbinde olduğu ortadayken ve CHP’nin ‘asıl ben çözerim’ iddiası varken, Öcalan ile görüşmenin kategorik reddinin bir manası var mı? Türkiye’de iktidar olan herhangi bir parti Abdullah Öcalan’la konuşmadan silah meselesini çözebilir mi?
Silah meselesi çözülüyor zaten.
-Ama daha çözülmedi. Henüz sadece silahlı güçlerini Türkiye’den çektiklerini açıklamakla yetindiler.
Çözülüyor bence.
"ÖCALAN OLMASAYDI SÜREÇ BU NOKTAYA GELEMEZDİ"
-Deminki sorumu tekrar sorayım çünkü yanıtını alamadım. Abdullah Öcalan’la konuşmadan PKK sorunu bitirilebilir mi?
Muhatap aktörler kimse, onlarla diyalog kurulmalı. Aktörlerle konuşulmalı. Bu işin silahlarla ilgili muhatabı kim? Öcalan olmasaydı, bu çözüm süreci bu noktaya gelir miydi? E bu realiteye gözünü kapatan, gündüzü kendine gece yapar. Ayrıca CHP iktidara karşı önemli bir tavır koydu, dedi ki “Atılması gereken demokratikleşme adımlarını atmıyorsunuz. Ve İmralı’ya gitme meselesini utangaç bir biçimde, hatta gizleyerek, bizi öne atarak yönetiyorsunuz. Yanlış yönetiyorsunuz ama ben yine de masadan kalkmıyorum. Tutanaklar gelsin, biz yine burada oturup konuşuruz, barış sürecine destek veririz.” Bugün Kürt sorunu konusundaki en ileri lafları Cumhuriyet Halk Partisi söylüyor.
Evet, 2005 yılında Sayın Erdoğan da gitti Diyarbakır meydanında “Kürt sorunu var” dedi. E ama aradan geçen 15-20 yılda işi “Böyle bir sorun yoktur” noktasına getirdi. Ondan dolayı işte Kürtler zaten bir anlamda koptular AK Parti’den. Şimdi yeni bir tartışma açmak istemiyorum çünkü ben politikanın etnisite üzerinden yapılmasına karşıyım. Ama bildiğim kadarıyla Türkiye’de 15-16 milyon civarında bir Kürt seçmen var. Bu seçmenin zaten 5-6 milyonu DEM Parti seçmeni. Daha önce önemli bir kısmı AK Parti’ye gidiyordu, şimdi bu epey aşağı indi. Şimdi İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığındaki en büyük avantajlardan biri de Kürtlerden oy alıyor olması.
"TÜRKİYE’DEKİ KÜRTLER 25 MİLYON CİVARINDA, SADECE İSTANBUL’DA 3-4 MİLYON KÜRT SEÇMEN VAR, ESENYURT'TA 700 BİN KÜRT SEÇMEN VAR"
-Bir virgül koyarsanız sorayım; sizin araştırmalarınıza göre Türkiye’deki toplam Kürt nüfusu ne kadar? Böyle bir açık kaynak bilgisi yok ya bu soruyu fikri olabilecek herkese soruyorum.
25 milyon civarında. İstanbul'daki kitleyi biliyoruz. İzmir'dekini biliyoruz, aşağı yukarı Türkiye’nin tüm illerindeki durumu biliyoruz. Sadece İstanbul’da 3-4 milyon civarında Kürt seçmen var. Sadece Esenyurt’ta 700 bin civarında Kürt seçmen var. Ama burada mesele Kürt, Türk, Sünni, Alevi olma meselesi değil. Barış ve kardeşliği tesis edebilmek için ötekileştirmeden, birtakım milliyetçilikleri kaşımadan, yaraları kaşımadan bu süreçleri yönetmek lazım. Bugün bizi ayrıştıracak konuları gündeme getirme günü değil. Barış bir siyasi partiden ve onun ajandasından büyük bir şeydir. Bakın II. Dünya Savaşı’nda Churchill’in etkisini herkes biliyor. Ama savaştan sonra girdiği seçimi kaybetti. Onun karşısında kazanan adamı ise kimse hatırlamaz.
"KÜRT MESELESİNİ ÇÖZEN TARİHİN ALTIN SAYFALARINDA YER ALIR"
-“Aldığı riskler nedeniyle seçim kaybeden” liderlerin hatırlatılırsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan adım beklemek gerçekçi mi?
Seçim kaybetme meselesi değil. Ben diyorum ki; Kürt meselesini çözen, Türkiye’ye barışı armağan eden insanlar tarihin altın sayfalarında yerini alacaklar. Mustafa Kemal Atatürk’ün bir lafı var; “Siz onun bunun dediğine bakmayacaksınız, yapıp geçeceksiniz.” Toplumların ağırlaştığı, devletlerin hantallaştığı anlar olur. Tarih o anlarda atılan ya da atılmayan adımlarla şekillenir. Devlet Bahçeli’nin adımı onun için önemli. “Ben bu adımı atarsam siyaseten kaybederim” demedi. İşte bunu yaparsanız toplumun önünü açarsınız ve tarih de sizi nakşeder. Yoksa küçük siyasi hesaplarla hareket edenler, tarih yazmaz.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu işi biraz ağırdan aldığı söyleniyor ya… Benim bakışıma göre o henüz kamuoyunun nabzını takip ediyor, alandan gelen verilere bakıyor. Meseleyi toplumsallaştıramadığı için siyaseten kâr zarar hesabına bakılıyor. Hâlbuki bu iş böyle başarıya gitmez. Kaldı ki 23-24 yıl çok uzun süredir. Yani bu, ülke için de faydalı bir şey değil. AK Parti seçmeni için de tebdili mekânda ferahlık var. Hangi parti olursa olsun, 23-25 yılda yorulur, yanlış yapar.
"SANIYOR MUSUNUZ Kİ AK PARTİ İÇİNDE YORGUNLUK TARTIŞMASI YOK"
-Biraz ütopik bir şey konuşmuyor muyuz şu anda? Hem Erdoğan’ın hem de AKP’nin seçim kaybetmeyi göze alması gerektiğini savunuyorsunuz. O siyasi ekolü iyi bilen biri olarak bu söylediğinizin gerçekçi olduğuna inanıyor musunuz hakikaten?
Siz sanıyor musunuz ki orada öyle tartışmalar yok? Elbette ki insanlar şunu görüyorlar; bir değişim olmadan ekonomi düzelmez, bir değişim olmadan adalete olan güven yeniden tesis edilemez. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin içinden de bu gidişten memnun olmayan insanlar olduğunu biliyorum.
"BELKİ ERDOĞAN GELECEK SEÇİMLERDE HİÇ ADAY OLMAYACAK, BU BİR İHTİMALDİR"
-Neden en ufak bir renk vermiyorlar o zaman kamuoyuna?
Hüseyin Çelik eski bakan değil mi? Şu anda partide görev almıyor olması, onun kimliğini değiştirmez. O mahallede böyle düşünen bir kişinin olduğunu biliyorsak, aslında öyle düşünen yüzleri binler vardır. Ben size başka bir şey söyleyeyim. Belki Cumhurbaşkanı Erdoğan gelecek seçimlerde hiç aday olmayacak. Yani bu bir ihtimaldir. Eğer seçim biraz gecikirse, 2027 sonuna doğru falan kalırsa Cumhurbaşkanı'nın aday olmayabileceği bir ihtimal olarak görülebilir.
"REMZİ KARTAL’LA YEMEK YİYEN HÜSEYİN YAYMAN, ‘AKADEMİSYENİM’ DİYOR; E PEKİ BEN NEYİM?"
-Cezaevinde olduğunuz süreçte söyleşiler verip, yazılar kaleme alıp tutuklanma sürecinize bakışınızı anlattınız. O nedenle bugün tüm detaylarına yeniden girmek yerine sadece iddiaları hatırlatmak istiyorum. Tutuklanma gerekçenize ve size yöneltilen iddialara bakınca, sizi PKK ile iltisaklı göstermeye yönelik bir dosya hazırlanıldığı gibi bir izlenim çıkıyor ortaya. Mesela iddialardan biri şu; para karşılığında örgüt üyelerini yurt dışına kaçırmışsınız…
Evet böyle akla, mantığa, izana sığınmayan iddialar mevcut. Mesela benim davamda ileri sürülen iddialardan birisi şu; bundan 12 yıl önce yürütülen çözüm sürecinde devlet gözetiminde yapılan İmralı görüşmelerinde Öcalan’ın çözüm sürecine katkı sunabilecek akil bilim insanları arasında benim ismimi de geçiriyor olması. Benim olmadığım bir görüşmede, iradem dışında ismimin geçiyor olması. Benim suçlanmamın en birinci gerekçesi bu! Düşünebiliyor musunuz?
Şu an Meclis Başkanı olan Sayın Numan Kurtulmuş’un da adı aynı konuşmada geçiyor. Bizlerin ismi haberimiz dahi olmadan Öcalan tarafından İmralı’ya giden heyetteki Pervin Buldan ve İdris Baluken’e zikredilmiş.
Efendim, yine başka bir iddia şu; 12 yıl önce çözüm süreci sırasında telefonla Remzi Kartal ile görüştüğüm iddia ediliyor. Ben öyle bir görüşmeyi hatırlamıyorum bile, keza dosyada buna dair bir delil de mevcut değil. Kaldı ki ben, evet Remzi Kartal’ı tanıyorum, kendisi Van milletvekiliydi. Aynı aşiretin mensubu insanlarız. Şimdi benim onunla telefonla görüştüğüm iddia edilerek suç sayılmaya çalışıldığı tarihte AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve MYK üyesi Hüseyin Yayman kendisiyle yemek yemiş, hatta fotoğrafları da medyaya düştü. Ve bugün kendini savunurken “Ben akademisyenim, akademisyen olarak görüştüm” diyor. E peki ben neyim? Ben de akademisyenim!
"KİRA SÖZLEŞMEMİ MAHKEMEYE SUNDUM"
-Para karşılığı örgüt üyesini yurtdışına çıkartma suçlamasına delil olarak gösterdikleri nedir?
Bu iddiayı iftiracı bir gizli tanığın ifadesine dayandırıyorlar. Oysaki benim ne böyle bir akrabam var ne de böyle olay gerçekleşti. Tamamen uydurma! Zaten gizli tanıkların iftiralarının yalan ve çelişkilerle dolu olduğunu duruşmada somut delilleriyle ortaya koyduk.
Mesela benim evimde oturan kiracı, bana kiramı göndermiş, bu bile bir suçlama konusu haline getirildi! Kira sözleşmemizi sundum, dekontlar mevcut, ödemenin kira ilişkisine dayalı olduğunu her şekilde somut delilleri ile dosyaya ibraz ettik. Hakkımda bir şey bulamadıkları için böyle alelacele bir torba yapılmış. Benim dosyamda suç teşkil eden hiçbir şey yoktu. Zaten Sayın Bahçeli de bu yüzden tahliye edilmem gerektiğini söyledi. Nitekim benim ve Ahmet Türk’ün dışarıda barışa fiilen katkı sunacağımızı da düşünüyor.
"23 ARALIK’TA BERAAT EDECEĞİME İNANIYORUM"
-Çıktınız ama bu iddialardan beraat etmiş de değilsiniz, tutuksuz yargılanmanız sürüyor.
Tutuklu yargılama bir istisnadır, esas olan tutuksuz yargılamadır. 375 gün sonra özgürlüğüme kavuştum ve 23 Aralık’ta mahkemem var, karar duruşması olacak. Bu dosyada hukukun tecelli ederek beraat edeceğime inanıyorum.
"DOSYAM AYM ÖNÜNDE BEKLİYOR"
-Bir de tabii Esenyurt Belediye Başkanlığı görevinize iade edilmediniz. Bunun olabilmesi için herhalde hakkınızdaki bütün davaların düşmesi gerekiyor değil mi?
Hayır. Ben istenirse yarın da göreve iade edilebilirim. Bu İçişleri Bakanlığının yetki ve takdirinde. Kayyımın sürüyor olması, bir demokrasi ayıbı. Esenyurt halkı da bir an önce görevime iademi bekliyor. Esenyurt’a atanan kişi bir kayyım gibi, bir devlet memuru gibi davranmadı. Haksız tutukluluğumun birinci yılında bir tanıtım lansmanı düzenledi. Benim yönetimimde hayata geçirilen projeleri kendi yapmış gibi lanse etmeye çalıştı. Atanmış bir devlet memuru, bir seçilmiş gibi davranamaz. Nitekim biz kayyım atanması akabinde İdare Mahkemesinde bir dava açarak hem görevden uzaklaştırılmam hem de yerime kayyım atanmasına ilişkin idari işlemlerin iptalini istedik. Bunun yanında dedik ki, “Kayyım atamaya elverişli hale getiren kanun düzenlemesi Anayasaya aykırıdır, bu aykırılığı kabul et ve kayyım yasasının iptali için konuyu Anayasa Mahkemesine taşı.” Bugüne kadar yüzlerce kayyım ataması oldu ve ilk defa benim ikame ettiğim davada bu talep kabul edildi ve kayyım yasasının iptali talebiyle İdare Mahkemesi dosyayı AYM’ye gönderdi. Bildiğimiz kadarıyla şu anda bu dosya AYM’nin önünde, dosyalar arasında beşinci sırada. AYM yerime kayyım atanmasındaki anayasaya aykırılığı tescil ederse sadece benim görevimin başına dönüşümün yolu açılmayacak, bu karar Türkiye’deki tüm kayyım atamaları açısından emsal olacak ve Türkiye’de mevcuttaki tüm kayyım uygulamaları sona erecek. Savunmamda da söylediğim gibi; böyle bir karar çıkması durumunda bu, barış süreci açısından da hem iktidarın hem de muhalefetin elini rahatlatır. En çok da AK Parti’nin eli rahatlar.
Kaynak: Haber Merkezi
GÜNÜN EN ÇOK OKUNAN HABERLERİ
BAKMADAN GEÇME...
POPÜLER VİDEOLAR