Araba da mı dokunulmaz!..

Yer Norveç. Başbakan hafif alkollü direksiyon başında ve dağ başında yakalanıyor polise. Polis bakıyor adam başbakan, alkol de hafif!

'Lan' diyor kendine Norveççe, 'tamam burası Norveç ama bu seferlik de görme!'

Geç diyor Başbakan'a, devam et, bekleme yapma!

Sonuç: Bu Başbakan 3 gün uyku uyuyamadı vicdanı sebebiyle, üçüncü gün gitti basın toplantısı düzenledi, istifa etti, polisi de ihbar etmedi, başı belaya girmesin diye.Adamlarda başbakan bu halde.

Bizde olay bu gibi durumlarda 'Ben önemliyim, her türlü ayrıcalığım olmalı' şeklinde.

AKP Mersin Milletvekili Zeynep Gül Yılmaz'ı yolda durdurmuşlar.

Milletvekili dokunulmazlığı var ya. Olaydan anladığım kadarıyla milletvekili araçlarının da dokunulmazlığı varmış galiba!

Çünkü durduran polisle vekilin diyaloğu bu minvalde.

Polis 'sizin plaka sistemde çıkmıyor efendim bu sebepten durdurduk' falan diyor genellikle. Vekilin hali içler acısı:

'Bu benim sorunum mu terbiyesize bak' diyor, 'şerefsiz' diyor, 'senin adın ne!' diyor, 'pencereden çemkirme içeriye tükürük giriyor' diyor.

Olayın videosunu TV'de izledim, hakikaten salona tükürük girdi.

Dizüstü bilgisayarda izledim, bu kez de ekrandan klavyeye tükürük sıçradı.

Polis konuşurken değil, vekil konuşurken.

Bana göre olay, maaşını verdiğim iki kişinin kavgası.

Birinin üslubu nedeniyle şu kadarını söyleyeyim sadece, bu olayda polisleri haksız bulacaklar kesinlikle. Çünkü 'sen benim kim olduğumu biliyor musun?' şeklinde özetlenebilecek Türk İdari sistemi devam etmek zorunda.

Nitekim, polisler hakkında soruşturma başlatılmış.

Norveç değiliz, hiç olamayız.

BOĞAZİÇİ DERSLERİ

Boğaziçi Üniversitesi'nin hocaları koca ülkeye ders veriyor, keşke bir şeyler öğrenebilsek, bu dersi iyi anlayıp hayata geçirebilsek.

Dersin adı: Akademik özerklik ve demokrasi.

Önce Üniversite dışından atanan Melih Bulu'ya direndiler.

Öğretim üyeleri ve öğrenciler, hatta mezunlar olarak.

Cumhurbaşkanı, bu direniş sebebiylemi, yoksa şahsi kriterlerine göre mi bilmem Bulu'yu görevden aldı. Hasılı bir umut yeşerdi insanlarda.

Tuttular bir oylama yaptılar, bu oylamayı da Cumhurbaşkanı'na ilettiler.

Naci İnci'yi yüzde 95 oranında istemiyoruz. Şu 17 adaydan birine okey diyoruz diye. Sonuç: Yüzde 95 istenmeyen Naci İnci atandı.

Boğaziçi öğretim üyelerinin zıddına gitmekte ne gibi bir kamu çıkarı var acaba?

Nedir bu irrasyonalite?

Misal ben siyasetçi olsam çoğunluğun seçtiğini atarım.

Aslında ne ataması, öyle bir düzenleme yaparım ki, üniversiteler özerk olur, kendi yöneticilerini kendileri seçerler. Çekerim elimi üniversiteden.

Nazi hoca, pardon Naci Hoca, sana da ayıp ya!

Meslektaşın bu insanlar. İstenmediğin yerde nedir bu yönetici olma hevesi.

Kimsenin gözünde ve gönlüne 'Rektör' değilsin, üniversite tarihi senden 'personanongrata' diye mi söz etsin!

SELVİ BOYUNU TÜRKMEN KOYUNU

Yazıya absürt sanatın başyapıtı Kastamonu'nun şahane türküsü 'Tiridine Bandım'dan iki mısrayla başlıyorum:

'Aşağıdan gelir Türkmen koyunu/ Yarime benzettim servi boyunu!'

Aşağıdaki yazıyla, yukardaki mısralar arasında çok fazla 'rabıta' yok.

'Selvi veya servi' sözcüğü dışında.

Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi 2013'te Yeni Şafak'ta Fetullah Gülen'e övgüler düzen bir yazı yazmış.

Yazının başlığı. 'Hocam Türkiye'ye Dön Artık'

Bu yazı gündeme gelince Selvi kendini şöyle savunuyor:

'Sayın Erdoğan 15 Haziran'da Türkiye'ye dön çağrısı yapınca, ben de 9 Aralık'ta Fetö'yü ABD'nin kontrolünden çıkarmak için öyle yazdım.'

Çocukların bile inanmayacağı bir yalanı insan nasıl atar?

Ahaliyi Türkmen koyunu mu sanır?

Çık de ki, 'O zamanlar hepimiz Fetö'cüydük. Ne bilelim kandırmış bizi. Şimdi değilim. O yazıyı Fetö'cüyken yazdım. Şimdiki aklım olsa yazmazdım' de. Kimse ayıplamaz ki seni! Hepiniz öyleydiniz çünkü.

Senin yüzünden fırçayı bütün gazeteci milleti yiyor. Millet sana bakıp gazetecilere olan inancını yitiriyor.

Cumhurbaşkanına sufle falan verdin, ahalinin gözünden (diline) düştün.

Yener AkkılıçAbi, şöyle sormuş misal:

'Uğur Mumcu gazeteciyse Abdülkadir Selvi nedir?'

(Meraklısına: Servi ile selviaynı, ikisi de bitki.)