Kimi insan fos mabadlıdır, mütemadiyen oturur oturduğu yerde.
Kimi de gezgin ruhludur, hep gezmek, yeni yerler görmek ister.
Özüm ikinci grubun mensubu olduğu halde, yok çocuk büyütmek, yok ev geçindirmek gibi kaygılarla yeterli likidite temin edemediği için gezgin ruh gıdasını, kitaplardan filmlerden dizilerden tedarik etme yoluna gidiyordu.
Polisiye izliyorum misal, katil kaçıyor, polis kovalıyor, ama ben San Fransisco’nun ne kadar topografik şehir olduğunu keşfediyorum yattığım yerde.
Büyük Kanyon’u da böyle gezdim, Çin Seddi’ni de.
Youtube’ın gezginleri sağ olsun.
Onlar geziyor, biz de gezmiş kadar oluyoruz.
Bu döngüyü 3-5 sene önce büyük Balkan turuyla aşmıştık.
9 ülkeyi 7 günde tavaf etmiştik, 5 arkadaş.
Bu kez bir fire verdik, 4 arkadaş, Prof. Dr. Metin Taş’ın hazırladığı olağanüstü program ve liderliğinde, Mehmet Arı ve Erkan Sezgin’le, 12 günde 10 orta Avrupa ülkesinde tamı tamamına 22 şehir gezdik.
Yazması bile yorucu: Niş, Novisad, Budapeşte, Estergon, Bratislava, Viyana, Prag, Karlovy Vary, Cesky Krumlov, Garda, Tenno, Milano, Como, Bergamo, Verona, Venedik, Bled, Brezje, Lübliyana, Zagrep, Belgrad ve Filibe.
Ülkeler: Bulgaristan, Sırbistan, Macaristan, Slovakya, Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Almanya, İtalya, Slovenya ve Hırvatistan.
İlk ve en bariz tespitim şu: Adamlar tarihi mekanları çok ama çok iyi korumuşlar. ‘Old City’ denilen bölgelerde tek çivi çakılmasına izin vermemişler, tersine, her binayı, her yapıyı tarihle uyumlu hale getirmişler.
Aylardan ekimdi, okullar açılmıştı ama gezdiğimiz her yer turist kaynıyordu.
Bu şehirlerde yaz ayları nasıl seyrediyor, düşünmek bile istemiyorum. (Sokaklar 9D otobüsü gibidir herhalde.)
Gezimizin amacı, eski ve tarihi kent dokuları ile modern yaşamın iç içeliği ve uyumu üzerine doküman toplamak, belge biriktirmekti.
Bol bol görüntü kaydettik, fotoğraf çektik, notlar aldık.
Yaşadığımız ülkeyle kıyaslar yaptık.
Ve hayıflandık.
Efes’in hala nasıl yüzde bilmem kaçı toprak altında kalır?
100’e yakın antik tiyatro hala neden kazı bekler, hala neden güneşi göremez?
Yanı başımızdaki Myrleia antik kentinin üzerine neden ve nasıl AVM yapılabilir?
Burnumuzun ucundaki Aktopraklık Arkeopark’tan kaç Bursalının haberi var?
İznik’teki 1.Konsil’den kaçan keşişlerin sığındığı Uludağ’daki mağara kiliseleri kim biliyor?
Şehrin içindeki hanlar bölgesi neden tam olarak açığa çıkarılamıyor? 40 yıldır konuşulduğu halde hem de.
Örnekleri çoğaltmak mümkün, bizdeki tarihi dokular 2 binli yıllardan başlarken adamlar 300- 500 yıllık tarihlerinin ekmeğini bu kadar çok yerken, biz hala neden 30-40 milyon turiste mahkumuz ülke genelinde ve şehrimiz 40 yıldır bir gece konaklamayı, 2 geceye neden çıkaramıyor?
Cevap belli:
Kültür ve turizm hiç önceliğimiz olmadı.
Paha biçilmez tarihi değerlere, ören yerlerine ‘taş toprak’ gözüyle bakıldı hep. Gelmiş geçmiş tüm iktidarlar tarafından hem de.
(Adamlar Kafka’nın kahve içtiği kafeteryayı müze haline getirmiş satıyor, biz Nazım’ın yattığı cezaevini yıktık.)
Hepsi Türkiye’den fazla turist çeken Paris, Barcelona, Roma gibi kentler ‘turist istemiyoruz, fazla turist yüzünden normal hayatımızı yaşayamıyoruz’ diye protesto mitingleri yaparken, delikli dövize ihtiyaç duyan yalnız ve güzel ülkem gelip geçen içi içi turist dolu uçaklara, trene bakar gibi, bakıyor maalesef.
Hiç iyi yönetilemedik bugüne kadar.
Söz konusu olan turizmse eğer, iki kat iyi yönetilemedik.
(Avrupa izlenimlerine dilimin ucuna geldikçe devam edeceğim. Şu sıra ülke gündemine uyum sağlamaya çalışıyorum.)