Top toplayıcı çocuklar yoksa, tenis oynamak eziyet. Yaşadım, biliyorum. Milli sporcu arkadaşımız, Ankara’da Tenis Eskrim Dağcılık Kulübü’nde hem kalıyor, hem ders veriyordu. ‘Sabah ne kadar erken gelirseniz, o kadar çok oynatırım sizi’ dedi. ‘Sonra üyeler geliyor, üye olmayanların girişi yasak.’
Saat kurup sabah ezanıyla yollara düştük. 6’dan 9’a kadar 3 saat tenisin hakkını verdik. De, kort top doldu. Neredeyse adım atacak yer yok. O gün anladım ki, top toplayıcı yoksa, kendi toplarını toplamaktan oynamaya vakit bulamıyorsun.
Oturduğumuz semt, yarısı gecekondu, yarısı apartman çelişkilerle dolu bir yer. Hemen yanı başımızda Amerikalılar’a tahsis edilmiş Golf Kulübü var. Bu kulübün yeme içme tesislerinin olduğu yerde de tenis kortları.
Bizim mahallenin çocukları işte o tenis kortlarında top toplayarak Amerikalılardan bahşiş almayı ek iş haline getirmişlerdi.
Şimdi şu detaya dikkat.
Yanlış anımsamıyorsam bizim mahalleden iki tane tenis federasyonu başkanı çıktı, bir kaç tane de milli sporcu. Hepsi geçmişte top toplayıcılık yapmıştı.
Bizim mahallede, ‘oğlum kızım git tenise yazıl, raket paran benden hocadan ders al, neyse ben ödeyeceğim’ diyecek veli sayısı, sıfırdı.
Ülke genelinde de durum farklı değildi.
Bizim mahallenin tenis damarının benzeri sanıyorum Antalya Belek’te golf sahalarında yaşandı. Orada sopa taşıyan sporcuya yardımcı olan çocuklardan (caddy) epeyce golf sporcusu çıktı.
Çok yıllar önce muhabirliğim sırasında Kanada Calgary’de kış olimpiyatlarına katılacak kayak milli takımı ile röportaja gittim.
Kamp Uludağ Fatintepe’deydi.
Uludağ biliyorsunuz ülkenin gelir düzeyi yüksek kesimlerinin kış aylarında kış tatili yaptıkları, kayak yaptıkları bir turizm beldesi.
Binlerce on binlerce insan kayak yapıyor ülkede.
Peki, kayak milli takımı kimlerden oluşuyordu o sırada?
Ağrılı, Hakkarili gençlerden.
Röportaj Cumhuriyet’te ‘Calgary’den kalma geri!’ başlığıyla yayınlandı, tam sayfa. En çarpıcı bölümleri özümün milli sporculara sorduğu ‘kayak dışında neler yapıyorsunuz, geliriniz var mı?’ türü bir soruydu.
Millilerden biri bu soruya, ‘Kazma- kürek’ dedi. İnşaatlarda çalışıyormuş.
Bir diğeri ‘kamplar olmasa açım!’ diye yanıt verdi.
Milli takım kamplarında doyurabiliyormuş karnını.
Dikkatli okur, yazının giderek sınıfsal bir hal aldığını fark etti sanıyorum.
Öyleyse çarpıcı sorularla mevzuyu derinleştirelim:
Bu ülkede kaç çocuk ‘baba televizyonda gördüm, çok hoşuma gitti, ben atları da çok seviyorum, binicilik yapmak istiyorum’ diyebilir! Çok az.
Ülkedeki babaların annelerin yüzde 95’i bu talebe yanıt veremez.
Yelken sporu ve gelir düzeyi üzerine düşünün. İmkan, ihtimal var mı!
Eskrim sporunu düşünün, kıyafetler, ekipmanlar, silahlar vs. Hepsi para.
Tabii hocası var bu işin, ders ücreti var, var oğlu var.
Golf ve tenisten epeyce söz ettik.
Yüzme bile bir maliyet gerektiriyor haliyle.
Dolayısıyla bize, genel anlamda ne kalıyor bizim gibi ülkelere?
Futbol..
Bul bir arsa, bir de top, yeter sana ve arkadaşlarına.
Bazı branşların gelir düzeyi yüksek ülkelerin tekelinde olması..
Kalabalık bir ülke olduğumuz halde, küçük ülkelerle bile yarışamayacak durumda olmamız..
Sadece 3-5 branşa takılıp kalmamız vs.
Epeyce moralimi bozdu benim, olimpiyat yayınlarını izlerken.
Kadın boksu ve kadın voleybolunu çık, biraz da okçuluk, aslında yokuz olimpiyatlarda. Büyüklüğü bizim gibi ülkelerle kıyaslandığında.
(Kenya, Etiyopya gibi coğrafi istisnalar dışında.)