Erdoğan, kabine çıkışında Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan’dan SGK borçlarını kastederek ‘Silkele bunları’ talimatı verdiğini söyledi.
Çocukluğumun geçtiği Ankara’da, oturduğum mahallede dilin anarşisti argo epey yaygındı.
Misal dolmuşta ‘Bizi fırını geçince tükür’ diye inme talebini dile getirenler vardı. Tükür!
Veya ‘Hocam durakta silkele, inelim’ diyenler.
Sonra ‘keriz silkeleme’ diye bir laf çıktı tedavüle ve yerleşti.
Avanakların parasını haklı-haksız ‘indiragandi’ manasında.
Örnek olayımızda devlet ‘argo’ üslupla (sadece CHP’li) belediyeleri silkelemeyi gündemine almış.
Devlet de devlet, belediye de devlet.
Polis de devlet memuru, zabıta da.
İkisinin maaşını da biz ödüyoruz sonuçta.
Anında tepkiler geldi haliyle. Bu sayede öğrendik ki, SGK’nın prim alacaklarının sadece yüzde 10’u belediyelerdenmiş.
Bu belediyelerin tamamı da CHP’li değil biliyorsunuz.
Beri tarafta yüzde 90’lık bir alacak var ki, SGK’nın ‘silkeleme’ konusunda asıl o tarafa yoğunlaşması lazım.
Ama şekilde de görüldüğü gibi, amaç CHP’li belediyeleri zorlamak, onları hizmet yapamaz hale getirmek, vatandaşın gözünden düşürmek.
Silkelenen belediye, olmaz da, sırf SGK’ya para verdi diye iş yapamaz hale gelirse asıl cezalandırılan vatandaş olacak.
‘İş yapamaz hale getirme’ konusunda kamu otoritesini örnek alan kötü niyetli eleman sayısı da az değil. Kaç tane benzer video izledim bu minvalde.
Adam geliyor, metronun yürüyen merdivenini durduruyor.
İstanbul’da çok yapılıyordu, şimdi Ankara’dan da benzer görüntüler sosyal medyaya düşmeye başladı.
Bir insan ‘belediye sabah çorba dağıtıyor öğrencilere’ diye rahatsız olur mu? Çorbayı dağıtan kendi partisinin belediyesi değilse oluyor ne yazık ki!
Eskiden, yani 20-25 yıl önce partiler ve belediyeler daha iyi yönetim, daha iyi hizmet gibi konularda yarışırdı. Sana iyi hizmet yaptırmayacağım, yapacağın hizmeti engellemeye çalışacağım diye bir anlayış yoktu, olamazdı.
Bu denendi bir kere ‘eli kolu bağlı SHP’li belediyeler’ diye Özal döneminde ve başarısız da oldu. Halk iyi kötü kim ne yapıyor- ediyor görüyor.
Ve son tahlilde mağdurun yanında duruyor.
Kayyum konusu da bu anlamda çok tipik örnek.
Kayyum atandı, atanan kayyum bal dök yala hizmetler yaptı ve bir sonraki seçimi kayyumu atayanların partisi kazandı diye bir numune var mı? Yok.
Özümün anlamadığı şu:
Niye çöp dökülür yollara, niye yolda kalan hatta yanan otobüs videoları çekilir, niye metrolar bozulur, niye belediyeler silkelenmeye çalışılır vs vs.
Ata abi her belediyeye kayyum. Sen sağ ben selamet.
Hatta partilere, derneklere, sendikalara da ata.
İhbar ediyor gibi olmayayım ama şu CHP var ya, ilk seçimde iktidar olmayı planlıyor olabilir! CHP’ye kayyum atama fikri hiç geçmedi mi aklınızdan?
KURUM’UN ELİNDEKİ ŞİŞE
İstanbul’da seçimi kaybettikten sonra Çevre ve Şehircilik Bakanı yapılan Murat Kurum, gitmiş İzmir körfezinden şişeye kirli su doldurmuş, getirmiş Meclis’te ‘İzmir’de denizin hali böyle’ diye gösteriyor.
Aklı sıra çarpıcı bir gerçeği ifşa ediyor.
Yukarıdaki yazıda dilimiz döndüğünce belediyelerin de devlet olduğunu anlattık ya. Buyur aynı kafa!
İzmir’de deniz suyu kirliyse, Çevre Bakanı’nın da kabahati yok mu bu işte?
Valla şaka yapmıyorum, elinde kirli deniz suyu şişesi tutan Kurum’u gördüğümde ‘helal olsun adama, çok ciddi özeleştiri yapıyor’ diye düşündüm.
Kendini ihbar ediyor sandım, o derece.
‘Dicle’nin kenarında bir kurt bir koyunu aşırsa sorumlusu benim’ diyen devlet anlayışı Kurum gibilerin elinde ne hale gelmiş.
(Denizi kirletenlere kestiğin cezaları göster varsa, şişe göstereceğine..)