Sonu iyi olsa bile şu yaşananlar size de tuhaf gelmiyor mu?
Ta en başa dönelim.
Herhangi biri ‘Terörist başı gelsin Meclis’te konuşsun’ deseydi, hakkında ne gibi cezai işlemler yapılırdı?
Herhangi biri isimli bu arkadaş, sabaha karşı evinden alınır, pat diye tutuklanmaz mıydı?
En az 36 yılla yargılanmaz mıydı?
Herhangi biri de değil, misal bunu bir DEM’li söyleseydi, es kaza bir CHP’li söyleseydi, başına neler gelirdi!
Milletvekili söylese, genel başkan söylese, anında dokunulmazlığı kaldırılmaz mıydı?
Devlet Bahçeli söyledi ve kimse yadırgamadı.
Buna hayret etmiyor muyuz milletçe?
İmralı heyetine ne buyurulur?
Tekrar ediyorum, sonu iyi bile olsa heyetteki Ahmet Türk’ün durumu misal tuhaflığın daniskası değil mi?
Ahmet Türk haza beyefendi. Tanıyanlar öyle söylüyor.
Ama siz adamı belediye başkanlığından almışsınız, yerine ‘kayyum’ atamışsınız. Demek ki ‘kabahatli’ olduğunu düşünüyorsunuz.
Ama son tahlilde adama adeta ‘devlet görevi’ vermişsiniz, İmralı ile ‘teati’ yaptırıyorsunuz.
Kapılarda karşılıyor, kapılarda uğurluyorsunuz.
Bir tür pazarlığı sürdürmesine vesile oluyorsunuz.
Normali bu elbette ama şu işleri başka biri yapsaydı, linç edileceğini öngörebiliyoruz değil mi?
6’lı masa kurulduğu günlerde, bu masaya muhalif olan kesimlerde bir ‘DEM’lenme’ muhabbeti başlamıştı.
Bunlara göre masa 6’lı değil, aslında 7’liydi ve DEM’liler masanın altında saklanıyordu.
Ama masayı çekip çeviren de DEM’lilerdi.
Bu da normal, masa ta en başından 7’li de olabilirdi elbette ama DEM’lilerle temas kurmak, ilişkiye geçmek, hatta görüşmek, selamlaşmak bile tırnak içinde yazıyorum ‘ayıp’ sayılmıyor muydu?
Seçim ortamında sosyal medyada bu ‘demlenme’ benzetmesini yazan konuşan o kadar çok eleman vardı ki, yakın çevremizden de, uzak çevremizden de.
Bu arkadaşlar şu an ne düşünüyorlar acaba, ‘yeni paradigma’ hakkında?
Heyet, şu aralar bir görüşme trafiği yaşıyor.
Tek tek partileri gezip ‘görüş alışverişi veya bilgilendirme’ yapıyor.
Bilgilendirme yapılmayan tek kesim, ahali.
Yani biz. Yani halk.
Kapalı kapılar arkasında ne konuşuluyor, neler anlatılıyor bihaberiz.
Oysa işin sahibi biziz.
Olayı basitleştirmek istemiyorum ama ‘vergi mükellefleri’ yani işverenler konuya fransız!
Maaşlarını bizim verdiğimiz bir takım adamlar hassas bir konuda İmralı’ya gidiyor- geliyor, akabinde ‘kapalı kapılar ardında’ partilerle görüşüyorlar ama gram bilgi verilmiyor basına, dolayısıyla kamuoyuna.
İşgörenler bir takım işler yapıyor, işverenin (yani halkın) haberi yok.
Şu satırları yazdığım sırada Heyet AKP’lilerle görüşüyordu.
CHP’de de MKYK toplanmış, Heyet’le görüşüp görüşmemeye ilişkin konuşuyorlar. Görüşecekler mi, görüşmeyecekler mi?
Görüşürlerse, bu görüşmeyi kim yapacak?
Genel başkan mı, grup başkan vekilleri mi?
Hangisi parti yararına olur?
Netice itibariyle, gazeteci tarafsız değil, taraflıdır.
Barışı savunur, güveni savunur, huzuru savunur.
Yazının başından beri sık sık tekrarladığım gibi, sonu iyi olacaksa, tarafların başka bir ajandaları yoksa, memleketin hayrına olacaksa, why not!.
Dolayısıyla dikkatle izliyoruz süreci.
Ama dediğim gibi, tuhaflıkların, çelişkilerin de farkındayız.
Yakın bellek kusuru olmayan herkes anımsayacaktır örneğin genel seçim sürecinde, ‘ama montaj ama değil’ falan dendiğini.
Büyük soru şu belki de:
Taraflar ne kadar samimi?
‘İhtiyatlı bir iyimserlik’ tavsiye ediyorum herkese, naçizane.