2 Nisan, Birleşmiş Milletler tarafından otizm konusunda farkındalık oluşturmak ve otizm ile ilgili sorunlara çözüm bulmak amacıyla ‘Dünya Otizm Farkındalık Günü’ olarak ilan edildikten sonra bu alanda kimi zaman ses getiren, kimi zamansa etkisi olmayan hem dünya çapında, hem ülkemiz özelinde her yıl birçok etkinlik yapılıyor. Geçen Pazar günü sosyal medya ve ulusal-yerel medya yansımalarını bol bol gördük…
Esasında tek günle sınırlı kalınmayıp Nisan boyunca hatta tüm yıl ‘Otizm Farkındalık ’ olarak bu sürecin içselleştirilmesi gerekiyor. Otizmle ilgili araştırmaların teşvik edilmesi, bu konudaki farkındalığın artırılması ile erken teşhis ve tedavinin yaygınlaştırılmasına hizmet eden ne kadar samimi çalışma varsa başımız gözümüz üstüne! Ama samimiyet olmadan sadece ‘reklam kokan’ hareketlere ise toplumumuzun karnı tok!
Otizm konusunda bir şeyler yapıyormuş gibi görünüp kamuoyun nezdinde esasında bireysel reklam için çırpınanları hem ülkemizde, hem de şehrimiz özelinde görmüyor değiliz. Madem konumuz farkındalık… Biz onların da farkındayız!
Neyse biz konunun bireyselinden çıkıp yine geneline bakalım… Belirtileri yaşamın ilk 3 yılı içinde ortaya çıkan nörogelişimsel bir bozukluk olan otizm, her coğrafyada ve her sosyoekonomik düzeyde görülebiliyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre erkeklerde kızlardan 3-4 kat daha fazla görüldüğü biliniyor. Sebebi halen bilinmemekle birlikte tıbbi araştırmalar, genetik faktörler ile birlikte çevresel faktörlerin de rolü olabileceğini gösteriyor. Bir çocuğunda otizm olan ailenin diğer çocuğunda da otizm görülme oranı yüzde 4-10 arasında. Otizm ile ilgili yapılan pek çok araştırmada, değişkenlik göstermekle birlikte görülme sıklığının yüzde 1 civarında olduğu belirtiliyor.
Gelelim kritik noktalara… Sessiz, içine kapanık veya nasılsa konuşur gibi bazı yanlış inanışlar ya da toplum tarafından damgalanma kaygıları, otizmli çocukların tanı ve tedavisinde gecikmelere yol açabiliyor. Yani bu bağlamda ‘çevresel’ faktörler o kadar çok etkili olabiliyor ki tanı ve tedaviyi aksatma noktasına kadar varabiliyor. Otizm, ne kadar erken yaşta tanınır ve uygun bir şekilde yönlendirilirse, tedavisinde o kadar olumlu sonuçlar alınabiliyor. Bu, bilimsel olarak kanıtlanmış bir olgu.
Tedavisi olmayan bir durumla karşı karşıya olan ailelerle iyi bir empati süreci kurulmalı. Bu çocuklarımızın erken yaşta kesintisiz, yoğun özel eğitim alabilmeleri sağlanmalı. Ki, bu şekilde eğitim alan çocukların yarısına yakınının birkaç yıl içinde bu sorundan büyük ölçüde kurtuldukları da biliniyor. Bu özel eğitimin 3-4 yaştan önce başlaması, haftada en az 20 saat olması ve çok özel yöntemlerle yürütülmesi büyük faydalar sağlıyor. Eğitimin uygulamalı davranış analizine dayalı olması da önemli.
Otizmi tedavi eden bir ilaç bulunamamış olsa da aslında etkili bir tedavi yolu mümkün. O da etkili ve yoğunlaştırılmış, zamanında eğitim… Kurumlar ya da kuruluşlar, Otizm Farkındalık Günü’nde sadece ‘mavi ışık’ yakarak ya da bu yönde paylaşım yaparak günü geçiştirmekten ziyade, bu çocukların daha iyi koşullarda eğitim alabilmesi ve ailelerinin her anlamda desteklenmesi noktasında taşın altına ellerini koymalıdır. Aksi halde yakılan o ışık, dibini bile aydınlatmaz!