Hava Durumu

11 sene 6 ay 11 gün

Yazının Giriş Tarihi: 31.10.2020 09:03
Yazının Güncellenme Tarihi: 31.10.2020 09:03

Demokrasinin bütün hastalıkları daha fazla demokrasi ile tedavi edilir. Alfred E. Smith Türkiye'de 1946'dan Önce, "Demokrasi" Yoktur!. Aydın Menderes

Yazının başlığı: İsmet Paşa'nın Cumhurbaşkanı seçildiği 11 Kasım 1938'den görevi Celal Bayar'a devrettiği 22 Mayıs 1950 tarihine kadar geçen birinci adamlık süresidir. İşin aslına bakılırsa Tek Parti dönemine İnönü damga vurmuştur. Atatürk'ün sağlığında 13 yıl 8 ay başbakanlık, Atatürk sonrasında da kesintisiz 11 yıl altı ay cumhurbaşkanlığı süresi eklenince; 27 yıllık Tek parti döneminin 25 yıl 2 aylık süresi başbakan ve Reisicumhur olarak İnönü imzası taşır. Bu arada 1960 darbesinden sonra da 3 yıl 3 ay daha başbakanlık yaptığını da bilgi olarak verelim.

Aydın Menderes'in ifadesiyle Türkiye bu süreçte yeni bir ''kalıba" dökülmek istenmiş, bu da geniş, kitlelerin katılımı sağlanarak değil, "tepeden inmeci usullerle" gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu dönem Türkiye için baskı dönemidir.

Ayrıca ülkede son derece fakirlik vardır birkaç büyük şehrinin ortasında bulunan "avuç içi kadar" yerler dışında, hemen her yer ortaçağ görüntüsü veriyordu. Bu dönemin simgesi hâline gelen iki tür görevli gözükür: Bunlardan birisi Jandarma! Diğeri de; Tahsildar'dır. Halk mutsuz, baskı altında ve fukaralığın bütün zorluklarını yaşar bir durumdadır.

Milletvekili seçildiğim 2007 yılında Türkiye'de seçimleri takip etmeye gelmiş İtalyan bir gazeteciyle karşılaşmıştım. Bana "sizin kültürünüz, tarihi birikiminiz geleneğiniz demokrasiye uygun değil. Sebebi de monarşiye alışık ve yatkınsınız" demişti. Ben de kendisine "biz 1923 yılında Cumhuriyeti ilan ettik". Bunun zihinsel geçmişi de 1876'da birinci meşrutiyetin (Parlamenter monarşi) ilanına dayanır. İkincisi husus Demokrasi için Cumhuriyet şart değildir dedim. Avrupa'da İngiltere başta olmak üzere birçok ülkede krallık vardır ama demokrasi çizgileri yüksektir. Eğer Cumhuriyet demek demokrasi demek ise; eski SSCB, İran İslam cumhuriyeti ve bir dönem sömürüp durduğunuz Libya halk sosyalist cumhuriyetinde demokrasi var diyebilir misin? Bir diğer konu: "Siz; ikinci dünya savaşından sonra, bizden tam 25 yıl sonra Cumhuriyeti ilan ettiniz ve uzun bir süre faşizmle idare edildiniz." Dedim. Adam cevap veremeyince konuyu değiştirmişti.

İtalyan'ı susturduk, Faşizmle köşeye sıkıştırdık ama Faşizm deyince bir an kendi kendime "yakın tarihimizde biz nasıl yönetildik" dedim ve unutamadığımız sızılarımız ve acılarımızla karşı karşıya geldim. Yukarıda söz ettiğimiz Jandarma; baskıcı sistemin demir yumruğu idi ve bu yumruk inanç sahasında da çok sert şekilde kullanılıyordu. Dini alanda çok yönlü yasaklar konmuştu.

Dini görev yapabilecek insanların önemli bir kısmının Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgesinden çıkması bir rastlantı değildi. Bölgenin coğrafi şartları Jandarma takibini zorlaştırdığı için diğer yerlere göre coğrafya kısıtlı da olsa bir fırsat veriyordu.

Tarihçi yazar Mustafa Armağan aşağıdaki acı ve duygu dolu olayı nakleder

Bir süredir çevremdeki gençlere sözlü tarih çalışması yaptırıyorum. Geçenlerde bir arkadaşı emekli din adamı Cemal Güncal'a gönderdim. Hocamız çocukluğunda yaşadığı dramın her anını yeniden yaşayarak şunları anlatmış:

"8 yaşında hafızlığa başladım. Sık sık ev basılıyor, Kuran-ı Kerim bulundurmak en büyük suç. Bir elif cüzü bulunsa vay haline! Korkudan evde ders çalışamadım. Fındık bahçesinde bana bir yer yaptılar. Orada Kur'an'a çalışıyorum. Bir baktım, bir onbaşı ve iki jandarma beni bulmuşlar. "Çabuk git babanı çağır" dediler. Gittim, babamı getirdim. Onbaşı babamı sakalından tuttu, elimdeki Kuran'ı aldı babamın kafasına kafasına vurmaya başladı. (Gözleri doluyor, konuşamıyor.) Rahmetli gömleğini yırttı ve dedi ki:"Oğlum, Deli Halid Paşa'nın emir subaylığını, tabur komutanlığını yapmış adamım. Birinci Dünya Savaşı'na, İstiklal Harbine katıldım ki, bu memleketi kurtarayım da şu Kitabımı rahat rahat okuyayım diye. Keşke bu harplere girmeseydim de şimdi Kuran'ıma, dinime küfreden Bulgar piçidir deyip kendime teselli verirdim." Dediyse de alıp götürdüler babamı..."

O dönemlerde devlet kayıtlarına geçen suç aletlerine bakınız: 3 adet Mevlüt, 5 adet Tebareke Cüz'ü, 25 adet Amme Cüz'ü*, 7 adet Kur'an-ı Kerim, 10 adet Elif Cüz'ü, 2 adet Minder, 1 sıra, 1 sopa

(Emniyet Genel Müdürlüğü Arşivleri (EGMA), Dosya 13217-3, Kardeks 596; Gaziantep Valiliğinin Dâhiliye Vekâletine (Içişleri Bakanlığına) yazdığı 31.12.1937 tarih ve 1481 sayılı yazı.)

Camilerin kapatıldığı, satıldığı dönemlerdir dediğimizde itiraz edenler!!! Sirkeci Garı'nın hemen üstünde, Özal döneminde yeniden cami yapılan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii yıkılıp Saz Evi yapılmadı mı? Aydın'da tarihî ve mimarî bir şaheser olan Cihanoğlu Camii ot deposu yapılmış, yıldırım düşünce otlarla birlikte cami de yanmamış mıydı? (Cumhuriyet, 5.2.1934). Gaziantep'te Çınarlı Camii yıkılıp yerine kurtuluş anıtı yapılmadı mı? (Cumhuriyet, 8 Ocak 1936). Bursa'da 49 (15 Şubat 1937), Hatay'da 14 (23 Temmuz 1940), Kastamonu'da 15 cami ve mescidin (28 Mayıs 1937) satış ilanlarını da mı yok sayacaksınız? Bursa'da Alacamescit camisinin bir spor kulübüne verildiğini ve içinde güreş yapıldığını da mı unuttunuz?

Bilmiyorsanız açın 15 Şubat 1937 tarihli "Cumhuriyet" gazetesini okuyun. İstanbul Divanyolu'nda, Mimar Sinan yapısı Sinan Paşa medresesinin kunduracılara ayda 50 liraya kiraya verildiğini, (11 Aralık 1937). Sultanahmet'in Asker Alma Dairesi, Üsküdar'ın en muhteşem eseri Atik Valide Camisi'nin cephane deposu yapıldığı, Mihrimah ile Aziz Mahmut Hüdai Camisine saman doldurulduğu da mı unutuldu?

DP iktidara gelince halk camiye öylesine açtı, öylesine susamıştı ki 1950-1960 yılları arasında yapılan cami adedi, Anadolu'da 1071'den 1950'ye kadar yapılan Camilerden çok daha fazla olmuştur! (Aydın Menderes/M.Emin Gerger röportajı

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.