Hava Durumu

Dil meselemiz (9)

Yazının Giriş Tarihi: 18.02.2022 07:53
Yazının Güncellenme Tarihi: 18.02.2022 07:53

Dilin cirmi (cüssesi) küçük, cürmü (suçu) büyüktür. Atasözü ile insanların diline hâkim olmasına işaret edilir. Bu sözü destekleyen hakikat şudur. İnsanlar konuştuğu dili iyi bilmeli meramını doğru kelimelerle anlatabilmelidir. Çünkü "Dil insanı ipten alır, ipe götürür" Meşhur bir hikâyedir. Padişah rüyasında üç çınarın devrildiğini görür. Üç oğlu olan padişah işkillenir vezirlerden birini çağırıp, rüyasını tabir etmesini ister. Vezir “Sultanım maalesef üç evladınızda sizden önce ölecekler” deyince; yüreğine ateş düşen padişah acı haberi veren vezirin boynunu vurdurur. Bir başka vezirini çağırır ona da rüyasını tabir etmesini söyler. İkinci vezir “Sultanım müjdeler olsun, Allah size bereketli ve uzun bir ömür biçmiş, evlatlarınızdan bile uzun yaşayacaksınız” demiş. Söz aynı, netice aynı fakat üslup farkı ikinci veziri ipten kurtardığı gibi kese dolusu altınla da mükâfatlandırılmış. Bu hikâyeyi niçin anlattım?
Diline hâkim olup, kelime fakiri olmayanların ifade rahatlığını gösterdiği için anlattım.
Bizde dil devrimi ile şairler, yazarlar kekeleyerek konuşmaya çalışıyordu. Ahmet Cevat Emre anlatıyor: “Bu uydurma dil bir müddet yazılarda tecrübe edildi, hatta böyle konuşmalar olurdu. Kâzım Dirik Paşa bu dili çıtır çıtır konuşurdu. Bir akşam sofrada, böyle konuştu, Gazi yüzüne baktı ve gülümsedi.”Birbirimizi anlayamaz olduk” buyurmuştu.  O geceden itibaren özleştirmecilik, Gazi için iflas etmişti.  Fakat geri dönmek de çok güçleşmişti… Atatürk bir irtica hareketi saydığı özleştirmeciliğe nasıl bir fren verebileceğini düşünüyordu.” (Ahmet Cevat Emre,  Atatürk’ün İİnkılap Hedefi ve Tarih Tezi, İstanbul, 1956, s.  35 ve 52) 
Edebiyatçılarımızdan Peyami Safa’nın yazdıklarına göre, “Tarama Dergisi, Kılavuz, Sözlük gibi bir sürü lügat kitaplarında  öz Türkçe diye ortaya koyduğumuz kelimelerin yüzde doksan dokuzu sayfalarında gömülü kaldı ve  yaşamadı, çünkü dilin cevheri bunları kustu ve dışarı attı.” (Peyami Safa, Osmanlıca Türkçe Uydurukça, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1990, s. 1369
Albert Camus (Fransız edip): “İnsanın iki yurdu vardır: Biri üzerinde doğduğu topraklar, diğeri de o topraklarda konuşulan dil. Benim anadilim Fransızcadır ve bir yazar olarak ilk görevim, “Onun (dilimin) hududunda nöbet tutmaktır”  
Fazıl Hüsnü Dağlarca ise: “ Türkçem benim ses bayrağımdır” der.
 “Dil Devrimi” sürecinde yaşanan önemli bir talihsizlikte şudur, Atatürk “Uydurukça  Dil” in zararlarını görüp bundan vazgeçtiği halde, kendisinden sonra bunun İnönü tarafından hortlatılmasıdır. Fuat Köprülü hocanın naklettiğine göre İnönü “Atatürk’ün başaramadığı Dil Devrimini ben tamamlayacağım” (Nihat Sami Banarlı,  Fuat Köprülü ve Türk Dili, Meydan Dergisi, 2 Ağustos 1966, s. 15)) diyerek, “Uydurukça Dil” e geri dönmüştür. Bu görevi, Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Ali Yücel ve  kültür danışmanlarından  Nurullah Ataç’a verdi. Yücel zamanında “Uydurukça Dil” ders kitaplarına girmeye başladı. Ataç, yaptığı aşırı uydurma  dille  tarihimize  “Türkçenin anasını ağlatıcı, mezarını kazıcı” suçlamasına muhatap olmuştur. (Nejat Muallimoğlu, Türkçe Bilen Aranıyor, Muallimoğlu Yayınları, İstanbul)  
Bir başka suçlama da “Türkçeyi Ataç yıkmıştır” (Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Türkçenin Karanlık  Günleri, Polat Ofset, Ankara, 1972) 
O dönemde dile yapılan saldırı sonucu açılan yara bir türlü kabuk bağlamıyor. Bu gün birçok insan bilmeden aynı cümle içinde aşağıdaki gibi kelimeler kullanıyor maalesef..! Basit bir örnek verelim.
Sene 2020 Yılı idi, bilim kurulu tesis edilip kuruldu, kurul üyesi herkesin fikrini ve görüşünü alarak bu günlere geldik.  Bilim kurulu olmadan mücadele edebilmenin imkân ve olanağı yoktur. Bizi eleştirip tenkit edenlere kulak asmayın biz vazife şuuruyla görevimizi yaptık. İlgi ve alakanıza teşekkür ederiz. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ama hoşumuza gitmese de sonuç bu.
Ö.Serdar Akın’ın bir yazısı beni çok etkilemiştir.  Arapça olmazsa konuşamayız başlığı altında yaptığı tespitlerden bir kısmını buraya almak istiyorum.
Bir eksiğiniz olsa “tedarik” edemez, bir yanlış yapsanız “telafi” edemezsiniz. Arapça olmasa “özür” dileyemez, bir “mazeret” sunamazsınız. Meğer ne çok şey borçluyuz şu Arapçaya.. “lezzet”li bir yemeği “iştah”la “mide”ye indiremezsiniz  Köy değil ama köyün bağlı olduğu “kasaba”, “nâhiye”, “belde” Arapçadır. Ülke değil ama “vatan”, “memleket” Arapçadır. Beyler, işi “ciddi” ye alın. 
Ne “esnaf”-“ticaret” “erbabı”, ne “hizmet”li “sınıf”ı, ne “amele” , ne de düşmanın kalbine korku ve “dehşet” salacak “asker”imiz kalır. Çocukların “mürüvvet”ini göremez, "nikâh" yapamayız. ne “sülale” ne “nesep”.ne aile kalır. Bu "kadar"ına da pes, “yani”! “İsim”, “fiil”, “harf”, “kelime” hepsi Arapça dostlar! Arapça olmasa iki “kelam” edemeyiz şurada! Bu kadarı da “fazla” mı diyorsunuz. Eh, “nazar” değmesin, “hatta” “Maşallah” diyelim o zaman. Bir “kusur”, "hata" etmişsek “af” ola..Yazı böyle uzayıp gidiyor. 
Maalesef dilimize bulaşan uydurukça, radyasyon etkisi yapmıştır. Fransız düşünür Jean Chevalier, “Bir milletin dili o milletin ruhudur. O milleti yıkmak için önce onun ruhunu yıkmak lazımdır.” Derken sanki bizim halimizi anlatıyordu.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    logo
    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.