Günümüzde en yaygın ve etkili savaş; tartışmasız Hibrit savaştır. Gayri nizami harp olarak açıklanır. Psikolojik harbi de içerir. Bu stratejide alt yapı (gerçek dışı) yalan haberlerle hazırlanır. Seninle savaşan gerçek güç genellikle karşında görünen güç değildir. Mesela PKK ile 1984 yılından bu yana mücadele ediyoruz. Karşımızda PKK, PYD vb var ama gerçekte karşımızda kim var bunu da çok iyi biliyoruz.
Bizde devlet yönetiminde erkler (güçler) sayılırken; Yasama (TBMM), Yürütme (hükümet) ve yargıdan sonra dördüncü kuvvet olarak Medya sıralanırdı. Öyle anlar yaşandı ki; medya birinci güç olarak algıyı oluşturmuştur. Medya birinci güç olunca Yasama etkisiz kalır. 28 Şubat sürecinde Fadime Şahin Müslim Gündüz haberlerinde olduğu gibi. Bir TV programında Uğur Dündar’ın yanında Tuncay Özkan’ın baskın olayını anlatışı, algının ne denli önemli olduğunu ortaya koyar. Özkan haberi yapan muhabire “bizim gidip insanların yatak odalarına girme diye bir görevimiz yok, bu haber nedir?” diye sorunca; muhabir “Emniyet müdürü bizi; baskın yapıyoruz gelin haber yapın diye çağırdı” dedi. O dönem habbe kubbe yapılmış, algı oluşturulmuş ve post modern dedikleri darbe yapılmıştır.
Keza “Medya” ABD ve batılı devletlerin en güçlü silahıdır. Yörüngeden çıkan devletleri “fonladıkları medya gücüyle” algı yönlendirip kontrol ederler.
Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de haklarını koruma kararlılığını, saldırgan tutum olarak gösterip şişirirler. Zulüm 1453 de başladı diyen T.C vatandaşına aşırı ilgi duyar ve destek verirler. Bu tip zihni iğfal edilen, kişilikler emperyalist ülkelerin robotu olurlar.
Türkiye’de gündeme ABD Chest Foundation Vakfının fonladığı medya ve diğer kuruluşlar düşmüştü. Bazılarının bazı yerleri adeta kabak gibi görünmüştü. Bu Vakıf kimdir diye araştırma yaparsanız dijital alanda bilgi yok. Gazeteci Hadi Özışık’ın yaptığı araştırmada Google de vakfın sahiplerinin fotoğrafı yok, Ofisi bile yok, telefon numarasını arayınca; direkt tele sekretere düşüyorsunuz. Bu gizemli Vakıf ABD’de 2004 Türkiye de ise 2001 yılında bağış yapmaya başlamış, ABD’de 45, Türkiye’de ise 110 bağış yapmış. En çok bağışı Hrant Dink Vakfı, ikinci yüksek bağışı Ruşen Çakır Medyascope ile almış. PKK muhibbi Mezopotamya ajansıda bağış almış.
Türkiye gazetesi yazarı Fuat Uğur vakfın fonladığı medya kuruluşlarının yaptığı “İşinizi doğru yapıyorsanız kimden para aldığınızın önemi yok..” gibi izahata; Basın meslek ilkeleri diye bir kavram varken bir mafya babasından, uyuşturucu baronundan, genelev patroniçesinden, emlak dolandırıcısından, bir terör örgütünden, yabancı istihbaratlardan vb para alınabilir öyle mi? para kaynağınızın önemi yoksa sizde her yol var demektir. Kripto CIA bağlantılı ABD’li vakıfların parasıyla
“gazetecilik” yapmak medya fahişeliğidir. Diyerek çok set bir tepki verdi.
Sabah gazetesi yazarı Melih Altınok ise Ruşen Çakır için çok daha farklı bir olay anlatır YÖK'ün dördüncü kuruluş yıldönümünde NOKTA dergisinin o efsane kapağı için soyunmuşluğu bile vardır der. İstanbul üniversitesinin klozete benzetildiği YÖK Başkanı İhsan Doğramacı'nın da üstüne oturduğu meşhur fotoğraf.
“malum o zamanlar montaj sistemleri bugünkü kadar gelişmemiştir. Rahmetli Ercan Arıklı da Doğramacı' dan soyunmasını isteyemeyeceği için bu teklifi Nokta muhabiri Ruşen'e götürür. Sonrasını rahmetli Arda Uskan'dan dinleyelim: Salih Memecan hemen çalışmaya başladı. Önce üniversitenin bir fotoğrafını buldu, sonra fona yerleştireceği bulut resimlerini. Doğramacı' nın kafasını, kep giyerken eğilmiş olarak çekilmiş bir diasından çıkardı. Sıra işin zor kısmına gelmişti. Kapakta YÖK Başkanı'nın poposu kime ait olacaktı? Ruşen Çakır'ın direnmesi fayda etmedi. Derginin genç muhabirlerinden biriydi, yüzünün görünmeyeceğine ikna olunca, stüdyoya gitti ve bir kütüğün üzerine oturarak o meşhur fotoğrafı çektirdi”.
Merhum Özal’ın 25 yıl saklanmış bir röportajı vardı orada "Bizim sıkıntılarımızdan birisi de ülkemizin sıcak kuşakta bulunmasıdır. Bu ülkelerde satılık insan bulmak çok kolay “Bir Almanı, İngiliz’i, Fransız’ı, Japon’u ve bir Rus’u satın alamazsınız.” Osmanlı'yı yıkmadan önce içerden bazı kimseleri İngilizler satın almışlar.
(...) İngilizlerden maaş alan Osmanlı Güney Cephesi Başkomutanı Cemal Paşa'ya (Hasan Cemal'in dedesi) talimat vererek, Şam'daki İslam âlimlerinin genç kızlarını konağına getirmesi, onları alkollü içki içmeye zorlaması ve tacizde bulunarak geri bırakması istenmiştir. Bu emri alan (Cemal) Paşa, derhal bu işlemi yapmıştır.
Bu yüz kızartıcı olaylar İngiliz köpürtmesi sonucu süratle Arap alemine yayılmış ve 'Osmanlı artık bozulmuş ve İslami yoldan çıkmıştır' propagandasıyla Araplar Osmanlıya düşman yapılmıştır. Dün Cemal Paşa fonlandı bugün Ruşen Paşalar.