Hava Durumu

İmparatorluk Dilinden Çıtakçaya

Yazının Giriş Tarihi: 12.08.2022 07:54
Yazının Güncellenme Tarihi: 12.08.2022 07:54

Latince, Arapça ve İngilizceyi “imparatorluk dili” kapsamında ayrı ayrı inceleyen Banarlı, Türkçenin nasıl “imparatorluk dili” haline geldiğini özetle şöyle anlatır:

“İmparatorluk dilleri, milletlerin hâkim oldukları topraklardan vergi alır, mahsul toplar gibi, kelime de alırlar. Hem bu alışın ölçüsü de yoktur. Kendilerine lazım olduğu kadar veya canları istediği kadar alabilirler.

Biz, bunlara öteden beri fethedilmiş ülkeler gibi, ‘fethedilmiş kelimeler’ diyoruz.

Dünya tarihinde askeri ve idari imparatorluk ile birlikte dil ve kültür imparatorluğu da kurabilmiş pek az millet bulunduğu için “imparatorluk dili” vasfını kazanmış dillerin de sayılı olduğunun altını çizen Banarlı’ya göre bu vasfa haiz diller “Latince, Arapça, İngilizce ve Türkçe’dir. Bu dillerin hiçbiri özdil değildir.”

(Türkçenin sırları s. 30)

“Türkçe, daha Orta Asya’daki kuruluş asırlarında bile, ‘öz dil’ değil, bir ‘imparatorluk diliydi. Bir dilin doğuşunda, karakterinde,  başka dillerden derlenmiş kelimeleri millileştirme kudreti varsa, artık o dili öz dil yapmaya kalkmak, dili tabiatından uzaklaştırmaktır ki bunu ancak cehaletin ve dalaletin elleri yapar.

 (Türkçenin sırları s. 35)

Osmanlı Türkçesi”ni “Arapça”, “Farsça” kökenli kelimelerin tasallutunda sanmak başka bir gaflettir. Bir kere “Osmanlı Türkçesi”ndeki kelimeler, terkipler, (tamlama) deyimler, sadece Osmanlı Devleti’nde değil, öncesinde de kullanılmıştır. Bu konuda  Banarlı’nın tespiti şöyledir: “Arabî ve Fârisî kelimelerle bu dillere ait bazı kaideler, Türkçeye ve Türk halkının diline Osmanlı Devleti kurulmadan önceki asırlarda girmiştir, Osmanlı Devleti dâhilini bırakın; Osmanlılara hiçbir zaman tabi olmamış diğer Türk ülkelerinde de öteden beri aynı kelime ve kaideler kullanılmıştır”. 

Murat  Bardakçı: “Türkiye’de Osmanlıca bilmeyen entelektüeller cahildir. 1928 (harf inkılâbı) öncesi yazılmış şeyleri okuyamıyorsanız, hiç “okur-yazarım” diye geçinme Bugün bir İngiliz entelektüeli Shakespeare’i, (26 Nisan 1564 (vaftiz, 23 Nisan 1616) Shelley’yi (4 Ağustos 1792– 8 Temmuz 1822 ) okur, bilir. Bizimkiler Nedim’i, Fuzuli’yi anlamaz, Şeyh Galip’i utanmadan İngilizcesinden okurlar.”

Yetmemiş gibi birde İngilizce ve diğer batı dillerinden kelimeleri kurdukları cümlelere boca ederler ki daha gizemli ve havalı olur düşüncesiyle. Mesela: İngilizce “Okay” yerine, Türkçe “peki”, “pekalâ”, “tamam”, “evet”, “olur”, “tabii”,“uygun”, “iyi”, “mümkün”, “kabul”, “he”, “eyvallah” derlerse havaları sönüyor demek ki.

Necip Fazıl Kısakürek’in “Kurbağaca”, İsmail Hami Danişmend’in “çıtakça” dedikleri “uydurukça” hastalığı var ki, Türkçe kelimeleri yaralıyor, katlediyor.

Üstad  Necip Fazıl şöyle bir cümle kuruyor önce: “Türkiye’yi batıran sâiklerin bir müessire bağlanmasındaki âmil sebep nedendir ve nedir?” Sonra da, “işte cümlenin kurbağacası” diyerek “uydurukça”sını veriyor: “Türkiye’yi batıran nedenlerin bir nedene bağlanmasındaki neden neden, nedendir ve nedir?

 Yavuz Bülent Bakiler Türkiye‘deki yayınevlerinden çıkan bazı kitapların üstünde ‘‘Günümüz Türkçesine çevrilmiştir‘‘ ifadesinin çok acı olduğunu kaydederek dünyanın hiçbir yerinde böyle bir yanlışlığın bulunmadığını dile getirir.  Günümüz Türkçesine çevrilmiştir derken yabancı bir dilden çeviri yapılıyor sanmayın Dedemizin konuşmasını çeviriyorlar.

Nihat Sami Banarlı iyi ki “Türkçenin sırları” eserini yazmış. Atatürk’ün hayatının son dört yılının “Türkçeyi kendi tabii yoluna getirmek” çabasıyla geçtiğini belirten Banarlı bu konuda şu tespiti yapar. Özetleyerek aktarıyorum

İnkılâbın alaylı âlimlerin veya bozguncuların oyununa geldiğini çok iyi anlayan Atatürk, bütün gücünü Türkçeyi bu oyundan kurtarmaya sarf ediyordu. Atatürk’ün dünyaya göz yumarken son sözü ‘dil’ olmuştur. (S. 103)”

1689-1855 arası yaşamış Fransız düşünür Montesquieu’ya atfedilen iki söz vardır. Birincisi: Yalakalık, devlet adamlarının çevresini sarmış bir çemberdir

İkincisi: Bir ülkede yalakalığın getirisi, dürüstlüğün getirisinden fazla ise, o ülke batar. Dil konusunda dilci olarak ortaya çıkan alaylıların ilim adamlığından ziyade bozguncu olduğunu gören Atatürk dili çıkmazdan tabii hale döndürmeye çalışmıştır Bu dilciler önceleri Arapça, farsça ve batı dillerinden giren ne kadar kelime varsa budayıp atarken; daha sonra “Bütün diller Türkçeden türemiştir” tezine uyarak bu kelimelerin aslında Türkçe olduğunu ispata çalıştılar. Buna aydın soytarılığı denir

 Soytarı demişken aklıma bir fıkra geldi. Kralın biri patlıcanı çok severmiş.  Kral: ‘Patlıcan dolması mükemmel bir yemektir.’ diye konuşsa, Soytarı: ‘Evet, patlıcan dolmasının üzerine yemek tanımam.’ dermiş. Kral, patlıcan musakkadan bahsetse soytarı: ‘Ah var mı patlıcan musakka gibi bir yemek?’’ diye söze başlarmış. Aradan zaman geçmiş, kral patlıcandan bıkıp nefret eder olmuş. Bir gün kral: ‘Bu patlıcan yemeğini de nasıl yerler bilmem, benim midem bulanıyor demiş. Soytarı, ‘Haklısınız, kralım millette ne mide var. Aslında tüm patlıcan yemeklerini yasaklamak lazım.’ demiş. Soytarının daha önce patlıcanı övdüğünü bilen bir kişi ‘Yahu! Daha düne kadar sen değil miydin patlıcan yemeğini öve öve göklere çıkaran?’ diye sorunca soytarı ‘Ben, kralın soytarısıyım patlıcanın değil.’ Demiş.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.