Hava Durumu

Sistem denemelerimiz -3-

Yazının Giriş Tarihi: 07.08.2020 08:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 07.08.2020 08:00

Tek parti döneminde laik bir devlet yapısını tesis etmenin ötesinde, İslam'dan ve İslami gelenekten olabildiğince uzaklaşma gayretleri görülür.
Bu gayret öyle bir hal alır ki, özümsenip hazmedilmesi yıldırım hızıyladır. Sonrası tabu halini alır ki dokunan yanar.
Oysa 1921 anayasası 2.maddesi, (Türkiye Devletinin dini, İslâm'dır. Resmi lisanı Türkçedir),.1924 anayasasının 2.maddesi Türkiye Devletinin dini, Dini İslâmdır; resmî dili Türkçedir; makarrı Ankara şehridir. Şeklindeydi. (4 yıl sonra 1928 yılında yapılan değişiklikle Türkiye Devletinin resmî dili Türkçedir; makarrı Ankara şehridir. Maddeden din çıkarılmıştır.)
Bir Osmanlı paşası olmasına rağmen, Cumhurbaşkanlığı döneminde İsmet İnönü'nün mirasım dediği Köy Enstitülerinin babası sayılan İsmail Hakkı Tonguç'a sorar:
Tonguç, bir konuda senden fikir almak istiyorum. Halka, köylüye protein kazandırmak için ne yapabiliriz? Çok üreyen domuz yedirmemiz mümkün olur mu? Tonguç düşünmüş taşınmış, sonunda "Zaman lâzım Paşam, beklemek lâzım." (Mustafa Ekmekçi, Domuz üzerine mektuplar, Cumhuriyet, 21 Ekim 1986) İsmet Paşa hesapta halkın protein eksiğini gidermek için çare arıyor ama sadece Müslümanların değil Yahudilerin de haram gördüğü domuza meylediyor.

GÖNDERİLEN MESAJ

Düşünebiliyor musunuz? Osmanlı'nın külleri üzerinde kurulan devlette Doktor Abdullah Cevdet diye biri çıkıyor "ırkımızı ıslah etmek için Avrupa'dan damızlık erkek getirtelim" diyor.
Öyle dedi mi demedi mi konusunu gazeteci Engin Ardıç'tan aktaralım. Aslında merhum şunu yazmıştı (Tarık Zafer Tunaya'nın sadeleştirmesiyle): "... diğer bir olumlu tedbir, kanımıza kan ilave etmektir. Ben bu sistemi inceliyorum, sonucu Sağlık Bakanlığı'na sunacağım. Bunun ana çizgileri: İtalya, Almanya gibi müthiş derecede artan ve taşan milletler vardır. Bunları Türkleştirmek şartıyla arazi veririz. Sosyal durumları layık olan bu adamlar Türkler'le evlenerek, akrabalık ve karşılıklı ilişkiler kurarak Türk ırkı içinde kaynar. Diğer şart da, Anadolu içine gelecek ve kanlarını kanımıza katacak bu göçmenlerin ziraat ve ziraat sanayiinde bilgili olmaları ve bir miktar sermayeye sahip bulunmalarıdır."
Demek ki bazı kişilerin sandığı gibi "tarım işçisi getirtelim" dememiş.
Prof. Mete Tunçay, Abdullah Cevdet'in kızı Gül Karlıdağ'ın babasına ilişkin iddialar için şöyle konuştuğunu söyledi: 'Damadını ve torununu görseydi, damızlık erkek aramayı filan aklından geçirmezdi.' Abdullah Cevdet'in torununun ünlü vücut şampiyonu Ahmet Enünlü olduğunu çok kişi bilmez, hatırlatmış olalım.
Akif'in cenazesi dine ve dindarlara karşı takınılan tavrın boyutunu gösterir.
İçişleri bakanı Şükrü Kaya, İstanbul valiliğine gönderdiği mesajda cenazeye sahip çıkılmamasını ve tüm resmi zevatın cenazeden uzak durmasını istemiştir. Beyazıt Camisi'ndeki cenaze namazına onu seven binlerce genç ve dostları katıldı. Akif'in cenaze namazı için herhangi bir resmi tören hazırlanmamıştı. Cenazeye resmi kişilerden ve kuruluşlardan katılan hiç kimse olmadı.
Gazeteci Taha Akyol da Mehmet Akif'in çıplak bir tabut içerisinde musallaya getirildiğini nakleder. Çıplak tabut içinde musalla taşına konulan cenazesine devlet değil, üniversite öğrencileri ve halk sahip çıktı. ( Akyol 2010)

YÜZLERCE GENÇ AĞLAMAYA BAŞLADI

Mehmet Akif'in cenaze namazına bir hukuk fakültesi öğrencisi iken katılan Prof. Dr. Sulhi Dönmezer 5 Ocak 1987'de Tercüman gazetesinde " Akif'in Cenaze Töreni" başlıklı yazısında o günü şöyle anlatır: Bizler alana geldiğimizde, namaz saatinin yaklaşmış bulunmasına rağmen bir tabuta rastlamadık, hep birlikte bekliyoruz. Birden lokantanın ön kısmına bir cenaze otomobilinin geldiğini gördük, iki kişi üzerine örtü dahi konmamış bir tabutu indirdiler. Yoksul bir fakirin cenazesinin getirildiğini düşünerek bir kısım arkadaşlar yardıma teşebbüs ettiler. Fakat tabutun Akif'e ait olduğu anlaşılınca bir anda yüzlerce genç ağlamaya başladı.
Gençler hemen Emin Efendi Lokantası'nın bayrağını alarak tabutun üstüne örttüler. Sonra merhumun bir kısım arkadaşları gelmeye başladı ama ne vali ve aynı zamanda belediye başkanı Muhittin Üstündağ, ne de tek partinin zimamdarlarından (iş başında bulunanlar görevdekiler) hiç kimse ortalarda yoktu." (Aymalı,2012)
Taha Akyol milli şairin cenazesine yapılan büyük devlet ayıbını Mithat Cemal Kuntay'dan nakille şöyle anlatır: 27 Aralık 1936'dayız, Beyazıt Camii'nin musalla taşında bir tabut, üstünde ne bir bayrak var, ne de bir örtü. Cami avlusunda cenazeyi bekleyen şair Mithat Cemal, "Bir fıkara cenazesi olmalı" diye düşünüyor. O anda Emin Efendi Lokantası'nın sahibi Mahir Usta elinde bir bayrakla cenazeye koşuyor. Sonra yüzlerce genç peyda oluyor, çıplak tabutunu üniversitenin büyük bayrağına sarıyorlar. Defnedileceği Edirnekapı Şehitliği'ne kadar omuzlarda taşınıyor. Kör ve sağır yetkililerin görmediği, duymadığı, tınmadığı büyük Âkif'in cenazesi bu şekilde "millet töreni' ile kaldırılıyor".Ertesi gün gazetelerde, bir iki sütuna, sıradan birkaç haber. Bir süre sonra, "Kimseler yüzüne bakmadı, bitler içinde öldü" türünden yalan ve aşağılayıcı yazılar. (Taha Akyol 2006)
Akif'e yapılan muamelenin tek gerekçesi vardır, Akif dindardır..!

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.