Hava Durumu

Tek parti döneminden notlar -2-

Yazının Giriş Tarihi: 25.09.2020 08:08
Yazının Güncellenme Tarihi: 25.09.2020 08:08

Cumhuriyetin ilanı ile tek partili parlamenter sisteme geçilmişti. Parti fiili olarak devlet fotoğrafı veriyordu. Çünkü partide her kademede devlet vardır. Valiler il başkanı, içişleri bakanı aynı zamanda parti genel sekreteri, Başbakan İnönü Genel başkanvekili, Atatürk genel başkandır. (1931 ve 1935 kurultaylarında alınan tüzük karaları)

1936 yılında faşizmi incelemek üzere İtalya'ya gönderilen CHP Genel Sekreteri Recep Peker dönüşünde, TBMM üzerinde alınan kararları kabul ve ya reddedebilecek bir "Faşist Konsey" kurulması konusunda rapor hazırlar, İnönü'nün imzasından sonra rapor Cumhurbaşkanlığı onayına sunulur. Atatürk buna şiddetle karşı çıkar ve bu kadarına da pes dercesine "Başvekil hazretleri anlaşılan yorgunluktan, önüne gelen raρorları okumadan imzalıyor" der ve kararı reddedip onaylamaz.
Tek parti Takriri sükun (huzurun sağlanması) kanunu ve İstiklal mahkemelerinin hukukçu olmayan sözüm ona yargıç ve savcılarınca yaptıkları yetmiyormuş gibi, 1923-1943 döneminde yapılan seçimlerde toplam 1037 milletvekili seçiliyor. 1032'si parti kimi seçtirmek istiyorsa onlar seçilmiştir. Kendi süzgecinden geçmiş bu milletvekillerinin bulunduğu meclisin üzerinde bir konseye neden ihtiyaç duyulur ki? Oysa cumhuriyetin ilanı ile Türkiye uçuşa geçecek inancı pompalanmıştı. Yeni söz yazarı Hüseyin Yağmur'un bazı tespitlerini aktarırsak dönemin iyi bir fotoğrafı görülür. Hüseyin Cahit Yalçın (Gazeteci, edebiyatçı, yazar ve siyaset adamı) Cumhuriyetin ilan edildiği gün "Yaşasın Cumhuriyet" başlıklı yazısında; (sadeleştirip özetliyorum) Ben cumhuriyetçiyim en güzel yönetim şekli Cumhuriyettir. Fakat Cumhuriyetçi olmakla beraber bu kelimeye bir put gibi tapmam. Cumhuriyetin kıymeti onu idare edecek ellerdedir. Bundan sonra her iş kendiliğinden düzelecek, her derdin çaresi kendiliğinden bulunacak değildir. İşler; biz düzeltirsek düzelecek, dertler; biz çaresini bulursak ortadan kalkacaktır.

Hasan Rıza Soyak (Atatürk'ün sekreteri) hatıratında ilgi çekici bir konuşma anlatır. Cumhuriyetin ilanından çok kısa bir süre sonra ülkedeki idari işleyişle ilgili Atatürk duygularını şöyle ifade eder: Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum. Görüyorsun ya her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikayet dinliyoruz. Her taraf derin bir yoksulluk, maddi, manevi perişanlık içinde. (devletin en tepesinde bu ıstırap duyulurken yönetici kadro ne haldeydi dersek; ne görürüz?)
Ş. Süreyya Aydemir "1930 sıralarında CHP halktan kopmuştu" der. Bu konuda çok çarpıcı bir örneği Nimet Arzık (annesi Polonyalı olan 41 basılı eser sahibi araştırmacı gazeteci yazar) Hatıralarında şöyle anlatır. Meclis başkan vekili bir zamanlar Mazhar Germen'di. İki güzel kızı vardı. Biri evlenmek üzereydi. Memlekette ilaç bulunamazken kızının çeyiz alışverişini Peşte'de (Budapeşte) yaptırmıştı. Ankara Palas'ta anlatıyordu: Annesiyle birlikte dönecekler ancak uçakta çeyize yer yoktu. Bir kolayını bulduk. Hariciye vekiline (Dış işleri bakanına) rica ettik. İki yolcu uçaktan indirildi, çeyize yer açıldı, ana kız geldiler,"

İsmail Cem tek parti dönemi için "hiçbir ekonomik rahatlama sağlamayan bürokrat rengindeki iktidarı halk; düşman bellemekteydi" tespitini yapar.

HİZMET EDEMEYEN EZİYET EDER

Önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi, şapka kanununa muhalefetten Şalcı Bacı adlı kadın (ben bir hatun kişiyim şapka ile ne derdim ola ki der ama) idam edilmiştir

Şapka kanunundan bir sene önce Milli Eğitim Bakanlığından resmi izin alarak yayınladığı Frenk mukallitliği (batı taklitçiliği) ve şapka kitabı bahane edilerek İskilipli Âtıf Hoca, din ve din adamları üzerinde baskı kurma ve onlara gözdağı vermek maksadıyla idam edildiği açıktır. İdamında da "boynuna ip geçirilirken Kılıç Ali başına bir şapka geçirmiş "giy domuz" demiş ve küfürler etmiştir". Bunların nedeni: halkı yönlendirebilecek din adamlarının aşağıda yapılanlara karşı dini eleştiriler getirmeleri sıkıntı doğuruyor, susturulmaları gerekiyordu. Saltanatın ve arkasından hilafetin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Şeriye ve Evkaf Vekâletinin kaldırılması, Şapka Kanunu, Harf inkilabı, Anayasa'dan "Devletin Dini İslam'dır" maddesinin çıkarılması ve beynelmilel olan ezanın aslının dışında Türkçe zorunluluğu gibi. Şapka için kadın asanlar, şeriatçı diye kimleri asmaz ki? İlgi çeken ve garip olan bir olaydır. Menemen'de düzmece bir mahkeme ile aralarında ip satan bir Yahudi tüccarın da bulunduğu 28 kişinin şeriatçılık suçlamasıyla idam edilmesidir. 27 Şubat 1931 tarihli The Jewish Chronicle Gazetesi'nde, Yahudi işadamı Hayim oğlu Jozef'in şu sözleri yer alacaktır: 'Kalabalıkla birlikte 'Yaşasın şeriat' diye bağırmakla suçlandım. Ancak ben Yahudi'yim ve farmasonum. Bu gösteri ile ne alakam olabilir? Hakikat şu ki ben Fethi Okyar Bey'in Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın üyesiyim ve hükümet canımı almak istiyor.' Hayim son dakikaya kadar masum olduğunu tekrarlayacaktı. İdam sehpasında ilmiği kendisi boynuna geçirecek, son nefesini verirken 'Çok Yaşa Türkiye Cumhuriyeti' diye bağıracaktı. İdamdan sonra yakınlarının Filistin'e göç ettikleri söylenir.' Halit Çapın'ın bay alkolü takdimimdir eserindeki gibi ben de Tek Parti dönemini takdimimdir iddiasında olmasam da bu gün; keşke dediklerimiz, keşke olmasaydı demiyor muyuz?
Bunları yazmamın bir diğer gerekçesi de, bizim Osmanlı'dan bu güne sistem arama ve uygulamalarını tartışmaktır.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.