Hava Durumu

Tiryakiyiz Vesselam

Yazının Giriş Tarihi: 18.12.2020 08:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 18.12.2020 08:05

Bir arkadaşım sigarayı nasıl bırakamadığını anlatmıştı bana. Sigaranın ne zararlı bir şey olduğunu, bol resimli bir kitapta okuduktan sonra etkilenmiş ve bırakmaya niyetlenmiş. İki üç gün süren bir ayrılıktan sonra, sigarayı bırakmasının önündeki engelleri sıralarken; sigaraya başlama gerekçelerinin yanında bir sürü yeni gerekçeler edinmişti. Özetle sigara onun için bir kimlik, oluşturuyormuş, yeni kimliğe geçiş, daha üstün bir kimlik ve kurtuluş olmasına rağmen,"sanki hayatımda sahip olduğum birçok şey elimden alınıyor" demekteydi.

Arkasına sığındığı gerekçeleri de şöyle sıralamıştı: Sigara içmediği sürece ne çay ne de kahve içememişti. Ben sadece sigaranın dumanını keyifle tüttürmeyi özlemedim diyor ve ekliyordu: Sigara paketinin jelatinini kibarca açmayı, külünü işaret parmağımla hafifçe dokunup dökmeyi, hatta kibriti çakışımı, ibolo marka çakmakla sigara yakışımı, birine ateşinizi alabilir miyim demeyi bile özledim demişti.

Benzer bir itirafı da ünlü sanatçı Münir Özkul' dan bir TV programında izlemiştim. İçkiyi kesinlikle bırakması gerekiyor ama çok ciddi bir gerekçe (!) ona engel oluyormuş. Çakırkeyif bir halde İstanbul boğazına bakıyor ve şöyle diyormuş: "Ey deniz! Ey boğaz! Ben içkiyi bırakırsam sana hangi kafayla, hangi gözle bakacağım"

Bıraktıktan sonra bunları gülerek anlatmış ve daha güzel bakıyorum demişti.

Bu hatıraları neden naklettim? Türkiye niçin değişim engelli hatta kaba deyimiyle değişim özürlüdür? Değişimi neden sorunsal olmaktan çıkarıp pratik yapamıyoruz?

Türkiye'de yaşanan hükümet krizleri (1960 ila 1980 arasında doğal yollardan olmayan 8 hükümet kurulmuştur. Suat Hayri Ürgüplü, Nihat Erim, Ferit Melen, Naim Talu, Sadi ırmak bu dönemin başbakanlarıdır) ve istikrarsızlığın sonucunda oluşan çözüm arayışları bizi parlamenter sistemden başkanlık sistemine götürdü. Referandum döneminden bu yana bırakın sistemi rejim elden gitti tartışması var!

Tarihi boyutuna kısaca göz atarsak; sanayi devrimi öncesi derebeylik süreci yaşayan Avrupa toplumunda, toprakla alınıp satılabilen (serf) bir hayat tarzı vardı. Osmanlı toplumu ise tımar sistemi ile daha özgür bir yaşam tarzı sunuyordu köylüsüne.

Keşifler, buhar ve diğer sanayi makinelerinin icadı ile Avrupa'da yapısal değişim başlamıştı. Bilim de ve teknolojide kaydedilen aşamalar, doğal sonuç olarak ta üretim tarzını değiştirmiş oldu. Eskiye oranla ticaret hacminde büyük bir artış sağlanmıştı.

Fabrika işçiliğine bir geçiş söz konusuydu.

Üretim ve mülkiyet ilişkilerini değiştiren bu gelişmelerin, sosyolojik alanı da etkilemesi kaçınılmazdı. Artık kol gücünün yerini makineler almıştı, serf hayatı yaşayan halk, bundan böyle feodal beylerin toprakla alıp sattığı bir halk değildi. Yeni süreçte halk makineleri kullanarak sadece emeğini satıyordu. Kısaca "serflikten" fabrika işçiliğine bir geçiş söz konusuydu. Mülkiyetin sahibi Feodal Beyler de yerlerini burjuvaziye terk etmek zorunda kalmıştı. Sanayi devrimi ile burjuvazi su üzerine çıkarken, Fransız devrimi ile de bireysel hak ve özgürlükler su üzerine çıkıyordu. Avrupa bütün bu değişimleri yaşarken tarım toplumunun süper gücü Osmanlı'da kayda değer bir gelişme olamamıştır. Dolayısıyla bir burjuva kültürümüz yoktur.

Değişimi yapması gereken bireyin yerini biz de devlet almıştır. Buna Jakobenizm (tepeden inmecilik) denir. Ülkemizde düzenleme geleneği hep yukarıdan aşağıya doğru olmuştur. Önemli bir gelişme olmasına rağmen, AB müktesebatına uyum için yapılan mevzuat düzenlemelerinin tepeden inme yapıldığı gibi. Mesela: Osmanlı'dan bu yana yaptığımız anayasalar bu yöntemle yapılmıştır. 1961 ve 1982 anayasaları süngü gölgesinde halka kabul ret olarak sunulduğu için Referandum değil plebisittir.

Referandum müessesesi ise bu güne kadar beş kez kullanılmıştır. İki kez Turgut Özal kullanmıştır. Birincisi 12 Eylül darbecileri siyasilere 5 ve 10 senelik yasaklar getirmişti. Yasakların kalkması için 1987 yılında yapılan referandumda çok az bir farkla (yüzde 50,16) yasaklar kalkmıştı. 1988 yılında ise yerel seçimlerin öne alınması için referandum yapılmış (yüzde 65) hayır oyu ile ret edilmişti.

Ak Parti döneminde üç kez referanduma gidilmiş üçünde de evet oyu çıkmıştır. Birincisi 2007 yılında Cumhurbaşkanının TBMM tarafından değil de direkt halkoyu ile seçilmesi, İkincisi 2010 yılında yapılan kapsamlı anayasa değişikliği ve son olarak 2017 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş referandumu.

Referandum demokratik bir yöntemdir. Meclisin çıkarmış olduğu bir kanunu halka sorması, halkın onayını almasıdır. Batı toplumlarında da doğrudan demokrasi aygıtı olarak kullanılmaktadır.

Birkaç örnek: Norveç iki kez Avrupa Birliği için referandum yapmış, her ikisinde de halk AB üyeliğine hayır oyu vermiştir.

İngiltere'de 1975 yılında yapılan referandumda halk yüzde 67 oranında AB üyeliğinin devamı için evet demişti. 2016 yılında yapılan referandumda (Brexit) AB'den ayrılma konusunda oy vermiştir.

Gazeteci Fehmi Koru'nun bir yazısında okumuştum "İsviçre'de kurulduğu 1848 yılından bu yana tam 600 değişik konuda halkın görüşüne başvurulmuştur. Son dönemde, yılda ortalama 4 defa halkoylaması yapılıyor. İsviçre hükümeti, 2016 yılında ilginç bir referandum yapmıştı. Vatandaşlarına "Her birinize, çalışın veya çalışmayın, ayda 2500 İsviçre Frangı (bu gün itibariyle yaklaşık 22 bin TL) verebiliriz, ister misiniz?" diye sordu. İsviçreliler, ter dökmeden para kazanma teklifine, 26 eyaletin tamamında sandıkta açık ara "Hayır" dediler.

Batının başarısında unutulmaması gereken önemli bir noktayı da inkar edemeyiz. Batıda bu süreç hiç kolay olmamıştır. Uzun bir tarihi maratondur. Antik Yunan düşüncesinden başlayarak, Rönesans, bilimsel devrimler, siyasî devrimler, sanayi devrimi, aydınlanma ve karşı aydınlanma çok önemli kazanım aşamalarıdır. Sonuçta bu günkü teknik üstünlük yakalanmıştır.

Biz neden değişerek gelişmekte sıkıntı yaşıyoruz? Çünkü değişmesi gereken, değişimden en fazla etkilenen biz olacağız. Değişim: özveri, konum kaybetme yetki devri olmadan olamaz! Bunun için değişime en fazla tepkili olanda biz oluyoruz.

Eğer biz tiryakiliği/alışkanlıklarımızı terk etmeyi içimize sindiremez de; ibola çakmağı aklımızdan çıkaramazsak; değişimin zorluklarını hep yaşayacağız.

Ne zaman Münir Özkul 'un deyimiyle ayık bir kafayla denize bakmayı göze alırsak, işte o zaman gelişmek için değişim öykü olmaktan çıkar.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.