"Tanımaktır anlamanın ilk şartı;
Sevmek anlamaktan sonra gelir..."
Nazan Bekiroğlu
İnsanoğlu öyle bir varlıktır ki, içine sindiremediğine karşı kayıtsızdır her zaman. En basitinden alacağı bir eşyayı bile kırk kere araştırır. Kendine en uygun olanını, en beğendiğini seçer ve almak ister; imkânı nispetinde nasip olursa alır...
Kendiyle konuşamayacağını, dertleşemeyeceğini ve geçici bir vaziyeti giderdikten sonra çöp olacağını bile bile, alacağı eşyaya bu kadar itina gösteriyorsa, kendiyle huzur bulunacağı vaat edilen eş seçimi konusunda neden gerekli hassasiyeti göstermez ki insan?
Nasıl ki Rahman'ı daha çok tanıyanlar, anlıyorsa; anlayanlar daha çok seviyor...
Kâinatı, yaratılanı, yaratılmayanı, hayrı, şerri, kendindeki noksanı, haddini ve yerini daha iyi biliyor. O'nu tanıyanlar vahyi ve sebebini anlıyor. O'nu tanıyanlar hakiki manada secde ediyor. O'nu tanıyanlar rıza halini biliyor. O'nu anlayanlar muhabbetini yaşayabiliyor...
İşte insan da insanı tanıyınca anlıyor. Anlayınca seviyor ve yaşıyor...
Ruhunda yatan o güzelliği fark ediyor. İçini okuyor. Gözlerinin içine uzun uzun baktığında, Rahmanı görüyor. Merhameti, sevmenin ne güzel olduğunu ve aşkı tanıyor.
Sevmek bu kadar güzelse; kim bilir sevmeyi var eden sevgi membası ne kadar güzeldir diyor. İşte bütün bunlar karşılıklı olursa kişinin dünyası cennet, olmazsa cehennem olabiliyor. Ahretteki yerini ise kişinin yaptıkları belirliyor...
Yalnızca tanımak, anlamak ve sevmek yeterli olmuyor tabi. Rabbimiz bize sevmeyi de kendisiyle olan münasebetimizle öğretiyor aslında. Sevdiğin için bir şey yapmamak, 'Rabbim seni çok seviyorum ama secdeye bir türlü varamıyorum, senin istediklerini yapamıyorum, lütfen benden bir şey bekleme' demek kadar saçma olacaktır.
Ailede huzuru güven, sadakat, vefa, saygı, hoşgörü, yuvadaki kişisel konumumuza göre vazifelerimizin yapılmasıyla bir bütün olarak inşa edebiliriz. Muhabbet ise Allah'ın izinden gittiğimiz takdirde yuvamızı terk etmeyecektir, ben buna çok inanıyorum.
Tekrar en başa dönecek olursak, tanımanın ne kadar önemli olduğunu yinelemek istiyorum. Çiftler olarak birbirimizi tanıma noktasında ne kadar çaba sarf ediyoruz? Eşimiz nelerden hoşlanır, nelerden hoşlanmaz, küçüklüğünden itibaren nasıl bir hayat serüveni var ve gösterdiği tepkiler bunun bir sonucu olabilir mi? Ben yanlışı, kusuru acaba kendimde mi aramalıyım önce? Suçlamak sözcüğünü hiç sevmiyorum. Suçlu yok, yalnızca anlaşamamak var kanımca.
Aslında yaşadığımız problemlerin çözümü tanımak ve anlamaktan geçiyor. Sevmek ve saymak ailenin olmazsa olmaz ana iki parçasıdır derim ben. Bir de sevginin yeri boş bırakıldığı halde devam etmek durumunda olan ailelerimiz var. Bir şeye devam edilecekse mutlaka orada saygının olması zorunludur. Rabbini bilen yaratılana hürmet gösterir ve saygı duyar. Rıza-i İlahi'den çıkmamak için çaba sarf eder. Mümin kul o ki; yaratılanı yaratandan ötürü hoş görür. Merhamet nazarıyla bakar...
Dilerim ki yuvalarımız Rahman'ı memnun eden yuvalardan olsun. İçinde Muhabbet peyda olsun. Âleme ışık tutsun. Şen olsun...