Hiç kuşku yok ki; Ak Parti'nin, uzun ve aralıksız iktidarı boyunca seleflerine göre uzak ara önde olduğu hizmet kalemlerinden birisi de ulaşımdır.
Yolu, "Medeniyet" gören bir anlayışı siyasetine nakşeden Ak Parti, Avrasya Tüneli'nden Sabuncubeli Tüneli'ne, Erkenek Tüneli'nden Ilgaz 15 Temmuz İstiklal Tüneli'ne, Ovit Tüneli'nden Cankurtaran Tüneli'ne, Yavuz Sultan Selim ve 1915 Çanakkale Köprülerinden, Karadeniz Sahil Yolu'na, Kuzey Marmara Otoyolu ve İstanbul-İzmir Otoyolu'na kadar taraflı tarafsız hemen herkesin/kesimin takdirini toplayan birçok projeye imza atmıştır.
***
"Yol" demişken, yıllar önce, yani, daha Ak Parti bile kurulmamışken, Türkiye'de ulaşımın üretimden önemli olduğunu vurgulayan Besim Tibuk'u da anmadan geçemeyeceğim.
Yeni başlayanlar bilmez belki, ama 90'larda aykırı ve özgürlükçü fikirleri, cesur çıkışlarıyla hemen herkesin dikkat kesildiği bir isimdi Besim Tibuk. İnandığı konularda bağıra bağıra konuşmaktan çekinmeyen, özellikle askeri vesayete ve o yılların kanayan yarası başörtüsü yasağı başta olmak üzere yasaklara yüksek sesle itiraz eden özel bir isimdi.

Boynuna kravat takmayı pek sevmezdi, ama ülke meselelerini fena halde takan bir siyasetçi ve Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı olarak, "Türkiye dünyanın üç büyük kıtasını bağlayan bir köprüdür. Bu avantajdan yararlanabilirsek kısa sürede dünyanın en zengin ülkelerinden biri oluruz..." düşüncesiyle, ülkede ulaşımın üretimden önemli olduğunu belki de ilk söyleyen kişiydi Besim Tibuk.
Gömlek çıkmış olsa bile Milli Görüş'ün mirası üzerine kurulan ve yükselen Ak Parti'nin gölgesinde kalarak siyaset sahnesinden çekilse de iz bırakan bir isim olarak hala hafızalarda hatırasını koruyan bir siyasetçidir Besim Tibuk. Ömrü aziz olsun.
***
Besim Tibuk'un kulaklarını çınlattıktan sonra kaldığımız yerden yola revan olalım. Bugün, Türkiye, Ak Parti'nin alın teriyle 4 bin kilometreye yaklaşan otoyol ve 30 bin kilometreyi aşan bölünmüş yola sahip olmasına rağmen sürücülerin ölümcül dikkatsizliği yüzünden ölümüne yolculuk eden bir ülkeyiz ne yazık ki.
Ramazan bayramında bu yakıcı gerçeği bir defa daha üzülerek müşahede etmedik mi? Onca uyarıya, onlarca tedbire rağmen yine yolları kan gölüne dönmekten kurtaramadık. Birkaç gündür yaşanan ve "Bu kadar da olmaz" dedirten gişe kazalarıyla birlikte uyarı dozunu artıran uzmanlar, "Yol hipnozu" diye bir kavramı tartışmaya açtı.
Yani, "Sürüş sırasında zaman kavramını yitirmek ve varış noktasına nasıl ulaştığını hatırlamamak ya da farkında olmadan ileri konuma gelmek..." şeklinde tanımlanan yol hipnozuna maruz kalan birisi, kendine gelene kadar ne olup bittiğinin farkında olamıyor.
Farkında olmadan yapılan yolculuğun kazayla sonuçlanması ve/veya telafisi imkansız sonuçlar doğurması ise kaçınılmaz oluyor. Umarım ders alırız, umarım uzmanların ve yetkililerin yerinde ikazlarını daha fazla önemser ve artık korkunç kazalara son veririz.
***
Muradına ermesini umduğum yol yazımın kerevetinde siyasi yolcululara da değinmezsem eksik kalırdı. Efendim, benzetmede hata olmaz. Uzun sürüş esnasında zaman kavramını yitirip, varış noktasına nasıl ulaşıldığını unutarak yol hipnozuna tutulan sürücüler gibi; Ak Parti de uzun süre ülke yönetiminin direksiyonunda olunca, iktidar hipnozuna kapılıp, zamanı ve varış noktasını ıskalayarak bazen acı kayıplara sebebiyet veren yol kazalarına neden olabiliyor.
Her ne kadar zaman zaman emniyet kemerini takıp hızını azaltmayı dese de Ak Parti, "Faiz Sebeptir"in sebep olduğu yakıcı yanılgı ile başlayan ve başka alanlarda devam eden iktidar hipnozundan hala çıkabilmiş değil.
Nitekim; bir "Erdemliler hareketi "olarak başlangıç noktasındayken işaretlenen varış noktasının oldukça uzağında seyrediyor. Ne var ki; hala yol bitmiş değil ve şoför koltuğunda da Erdoğan oturduğuna göre; yılların tecrübesiyle biran derin bir nefes almalı, iktidar/yol hipnozundan çıkıp, yol kılavuzunu da açarak yolculuğuna öyle devam etmelidir diye düşünüyorum.
SON SÖZ:
Madem ki; yol yapan Ak Parti'nin yolculuktaki en can alıcı kazası ekonomi üzerine; o halde sohbete kulaklarını çınlatarak başladığımız Besim Tibuk'un, tam 30 yıl önce, "Ekonomi yönetilemez. Bireye, insanlara bırakılmalıdır" başlığıyla sunduğu, "KDV girişimciyi ezen bir vergidir. Vergi (her alanda ) yüzde 10'a düşürülecek. İşçi ve memurdan vergi alınmayacak. Esnafa, finansmana, kültüre, sanata, eğitime, sağlığa, medya ve ulaştırmaya vergi muafiyeti getirilecek..." tezini hatırlatmak isterim. Siz ne düşünürsünüz, bilmiyorum, fakat ekonomiye denge getirmek için faizin indirilip, çıkartılması yerine, hukuki güven, şeffaflık ve liyakat ekseninde vergiler indirilip üretim teşvik edilse daha adaletli bir kalkınma olmaz mı?