Birkaç gündür gazetenin ilk sayfasında ilk yazımın bugün olduğunu gören ve iştahla sayfaları çeviren okumaya acıkmış ruhlar için bir ziyafet sofrası kuruyorum bu köşede.
Bismillah ile buyurun başlayalım..
Efendim, başta/başlıkta altını özenle çizdiğim güçlü olana doğruyu söylemek öyle söylendiği kadar kolay bir iş değildir. Bunu göze alanların, çoğu zaman borçlu ölmeyi de hesaba katması gerekir. Fakat yoksulluğu yalana tercih etmenin tadı ise bir başkadır...
Yalandansa yoksulluk tercih edilerek söylenen katıksız doğruyu, doğru okuyabilen, anlayabilen ve gereğini hakkıyla yapabilen güçlüler ise gücüne güç katmakla kalmaz, o gücü/iktidarı/yönetimi uzun süre korumayı da başarırlar.
Gelin, bu önermenin sağlamasını tarihten bir örnekle yapalım.
Daha sonraki süreçte, iddiasına uyarak "Lord" unvanını reddeden ve sadece adıyla anılmak isteyen Lord Altrincham, 1957'de krallık rejimini ve ailesini sert sözlerle eleştirmeye başlar.
Ona göre, herkesin eşit olduğu modern bir İngiltere'de dokunulmaz bir aile olmamalıdır ve demokratik bir toplumda hanedanlık bir yama gibi durmaktadır.
Altrincham, sadece rejim olarak hanedanlığı eleştirmekle kalmaz, "Ukala bir kız çocuğu edasında..." diyerek doğrudan kraliçeyi de hedef tahtasına koyar ve eğitiminin yetersizliğinden tutun da konuşmasının sinir bozucu olduğuna, buna rağmen bilgiçlik tasladığına varıncaya kadar tabir-i caiz ise yerden yere vurur.
Haliyle, İngiltere'de halkın ve aydınların bir kısmı Altrincham'a öfkeyle hücum eder. Hatta monarşi yanlısı bir grubun saldırısına bile uğrar.
Şimdi, böyle bir tabloyu, her biriniz yaşadığınız zamana ve o zamanın ruhuna düşürün ve Altrincham'ın akıbetine dair bir kanaat oluşturun desem, aklınızdan ilk geçenin ne olduğunu az çok tahmin edebilirim.
Ne var ki; bir çoğumuzun aklından geçenin ve öfkeyle saldıran İngilizlerin aksine Kraliçe Elizabeth, Altrincham'ı saraya davet eder. Titizlikle eleştirilerini/tavsiyelerini dinlemekle kalmaz, o tavsiyelerin hatırı sayılır bir kısmını da yerine getirir, hayata geçirir. Daha sonraları ise saraydan şöyle bir açıklama yapılır: Yirminci yüzyılda, monarşinin iyiliği için kimse onun yaptığını yapamamıştır...
Hiç kuşku yok ki; bu manidar olay, söylenen katıksız doğruyu, doğru anlayabilen güçlülerin, gücüne güç katmakla kalmayacağı, o gücünü uzun süre de muhafaza edeceğine dair en isabetli örnektir.
SON SÖZ:
Okumaya acıkmış ruhlar için kurduğum bu ziyafet sofrasının ilk menüsüne, eleştiriyi ve eleştiriye hürmeti, tahammülü koymanın elbette bir sebebi var. O ki; fırsat verildiği müddetçe bu köşede oldukça lezzetli eleştiriler ikram etmeye çalışacağım. Her ne kadar, eleştirilenlerin taraftarları bu fakire öfkeyle saldıracak olsalar bile muhataplarım, hamaset kapılarını kapatıp öğüt kapılarını açık tutarlar ise elbette kazanan yine kendileri olacaktır.
BİR ANI VE TEŞEKKÜR!
Yıllar önce de yolum Bursa Hakimiyet ile kesişmişti. O zamanın Genel Yayın Yönetmeni Necati Kartal, aynı telden çalan koroya farklı bir ses eklemek isteyince oklar bu fakiri göstermiş. Fakat yeterince tanımadığından olsa gerek, ustalığıyla bir çoğumuzun üzerinde hakkı/emeği olan duayen gazeteci Yüksel Baysal'a sorup, ondan da "Tam isabet" onayını alınca el sıkışmıştık. Ne var ki; Allah işi karıştı ve nasip olmadı. Bu güne kısmetmiş. O gün Necati ağabey, tıpkı Yüksel ağabey gibi "Yazmaktan çok okumayı" tavsiye ederek, "Bir gün mutlaka birlikte çalışacağız" demişti. Her ne kadar an itibariyle birlikte çalışmasak da meslek yolculuğumu doğru öğütlerle aydınlatan başta Yüksel ağabeye ve Necati ağabeye gecikmiş teşekkürümü sunmak isterim. Var olasınız.