Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, vakti zamanında, "Baldıran zehrini içmekse, biz o baldıran zehrini içeceğiz, yeter ki; bu ülkeye huzur gelsin..." diyerek giriştiği "Çözüm Süreci" bizzat PKK'nın sabotajıyla bitmiş, bitmekle kalmamış, gelecekte olası barış umutlarını da tüketmişti.
Aradan epey zaman geçti; kimsenin beklemediği bir anda ve kendisinden beklenmeyecek oranda el yükselten Bahçeli sayesinde, adını "Terörsüz Türkiye" koyduğumuz yeni bir süreç daha başladı.
Yine, İmralı'da cezasını çeken PKK elebaşı Öcalan ile görüşmeler yapıldı. Öcalan, yine PKK'ya "Silah bırakın" dedi. Hatta bu sefer, PKK da çağrıya uyacağını açıkladı, ama şu ana kadar bir adım atmadı.
PKK'nın özellikle Suriye'deki uzantılarıyla birlikte yeni sürece nasıl dahil olacağına dair önemli soru işaretleri var. Bunları başka bir yazıya konu ederiz, fakat bugün biran her şeyin doğru ilerlediğini varsayalım; işte tam da burada sadece PKK'nın değil, DEM'in de kendini feshetmesi gerekiyor.
"Nasıl yani" dediğinizi duyar gibiyim.
Anlatayım: Siyasi partiler, meşruiyetlerini ve gücünü halktan alırlar. Eğer bu güç halka dayanmayıp ulusal veya uluslararası vesayet odaklarına dayanırsa bu yapıya siyasi parti denemez. İşte DEM, yıllardır bu açmazın içinde kıvranıyor.
Burada filmi biraz geriye sarmak ve DEM'in önceki isimleriyle var olduğu dönemlerde siyaseten varlık gösterememesine dair tespitlerimi hassaten hatırlatmak isterim.
***
Biliyorsunuz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, (O dönem Başbakandı) "Baldıran zehrini içmekse, biz o baldıran zehrini içeceğiz, yeter ki; bu ülkeye huzur gelsin..." deyip, çözümün fitilini ateşlemişti.
"Çözüm Süreci"yle birlikte varlığı daha önemsenen bir parti olarak HDP'nin omuzlarındaki yük daha da ağırlaşmıştı aslında. Fakat ne yazık ki; takip eden süreçte HDP omuzlarındaki yükün sorumluluğunu sindirip gereğini yapabilme iradesini ortaya koyamadı. Haliyle parti olma fırsatını da kaçırmış oldu. Bugün HDP, PKK ile arasına bir mesafe koyamadığı, hatta "Kürt Sorunu"nun çözüm adresi olarak PKK'yı gösterdiği için bütün partiler mesafe koymak zorunda hissediyorlar kendilerini.
Tamam, bu sadece bugünün konusu değil. Yılların biriktirdiği, birikirken de pek kimsenin anlama, bilme ve çözme iradesini net olarak ortaya koy(a)madığı bir sorun olarak büyüdü. Özal'ın kısmi çabasını saymazsak Erdoğan'a kadar gelen siyasetçilerin elinde gittikçe içinden çıkılmaz bir hal aldı. Erdoğan'ın, bütün samimi çabasına rağmen "Çözüm Süreci" de sonuçsuz kaldı. Bugün artık adına ister "Kürt Sorun" diyelim, ister "Terör Sorunu" diyelim veya başka bir isim bulalım ancak sadece Türkiye'nin değil içinde Kürtlerin yaşadığı bölge ülkelerinin gerek kendi iç meselesi, gerekse birbirleriyle ilişkiler noktasında bölgesel, bölgedeki petrolden ötürü uluslararası güçlerin ilgisiyle de küresel bir sorun olarak kucağımızda durmaya devam ediyor.
HDP'lilerin sıkça karşılaştıkları, "PKK terör örgütü müdür?" sorusuna verdikleri, "PKK bir sonuçtur" cevabından bir adım öteye gidememesi ise ayrı bir sorun olarak duruyor. Tamam, PKK bir sonuçsa bile bu sonucu doğuran geçmiş sebepleri ortadan kaldırma imkanımız yok artık. Fakat o sonuca sebep sorunları çözme ve gelecekte tekrar etmemesini sağlama adına imkan da zaman da var(dı) bugün. "Çözüm Süreci" bu konuda atılmış en kapsamlı ve kararlı adımdı üstelik.
Erdoğan'ın, o günlerde söylediği, "Türk benim ne kadar kardeşimse Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Abhaz, Roman, Pomak da benim o kadar kardeşimdir. Çünkü biz yaratılanı yaratandan ötürü seviyoruz. Kanın durması için hiç bir sorumluluk almayan bu fırsatçıların tezgahına da asla gelmeyin. Savaş kolay, barış ise zordur. Biz zora talibiz..." sözleri, Türk-Kürt kardeşliğini dert edinmiş nicelerinin hala kulaklarında çınladığını biliyorum.
Bu süreçte, öncesinde, sonrasında ve halen HDP'lilerin "çözüm" için hükümete PKK'yı adres göstermesi HDP'nin siyasi inisiyatif alma imkanını ortadan kaldırdığı gibi siyasi partilerin de onlarla yakınlaşmasını engelliyor. Aslında HDP'nin bu talebi "Çözüm Süreci"nde bir bakıma karşılık da bulmuştu. HDP'lilerin İmralı'ya gitmelerine izin verildi. Sonrasında daha ileri adımlar da atıldı. Bunun yegane maksadı, artık kanın durmasıydı. Ancak bu dönemde bile PKK, süreci HDP'ye (O zaman BDP idi) bırakmadı. HDP de "çözümün muhatabı biz olmalıyız" diyemedi.
Her ne kadar, geçmişte bir takım yanlışlar yapılmış da olsa veya Türkiye bir ulus devleti de olsa bin yıllık devlet aklıyla Türkiye çok dinli, çok kültürlü ve farklı nüfus yapılarını bünyesinde barındıran ve birlikte huzur içinde yaşama ve yönetme tecrübesine sahip bölgenin tek demokratik ülkesidir. Ne Amerika Birleşik Devletleri'nin ne İngiltere'nin ne Fransa'nın veya başka bir küresel gücün, Kürtlerin devlet kurması gibi derdi yoktur, olmadı ve olmayacaktır. Bunların tek gerçek gündemi sadece petroldür. Petrole ise kolayca çökebilmeleri için bölgenin alabildiğine istikrarsız olması şarttır ki; işte Irak'ın, İran'ın, Suriye'nin hali ve Türkiye üzerinde oynanan oyunlar ortadadır.
Oysa bugün Türkiye'de, Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Arnavut, Gürcü, Boşnak hatta Ermeni ve Rum gibi çok sayıda alt kimlikler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı altında eşit haklara sahip ve huzur içerisinde yaşamaktadır. Daha güzel imkanların oluşması da pekala mümkündür. Kürtçenin yasak olma yanlışlığından bugün Kürtçe yayın yapan televizyon noktasına gelinmişken, çözüm için kararlı adımlar atılmışken ve daha iyilerinin olması da mümkünken "Çözüm Süreci"nin petrol canavarlarının isteğiyle ve bizzat PKK eliyle boğulmuş olması, PKK'nın varlık nedeninin çözümsüzlük üzerine olduğunu ve HDP'nin de bu yanlışa itiraz edemeyerek çözümsüzlüğe mahkum kaldığını gösteriyor. Zira, örgüt elebaşlarının, "PKK olmasaydı HDP yüzde 5 oy alamaz" açıklamasının dumanı tüterken HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar'ın, PKK ile mesafe konusunda, "hiçbir ilişkimiz yok ki mesafe koyalım..." tarzı açıklaması tek kelimeyle çaresizlikten çamura yatmaktır. HDP, vesayet ipinin ucundaki kukla görüntüsünden kurtulmadıkça ne Kürtlerin sorunlarına çözüm üretebilir ne de ülke sorunlarına bir çözüm önerebilir. Sadece yüzde 7-10 civarında Kürt seçmeni bloke eder ve hem kendini hem de siyaseti tıkar. Buna sebep HDP, eğer Kürtlerin sorunlarına karşı kendisini sorumlu hissediyorsa bugüne kadar izlediği yolun yol olmadığını görmeli ve "baldıran zehri" içme iradesini ortaya koyarak özgüvenle özeleştiri yapabilmeli. ( HDP'nin içemediği baldıran zehri / 20 Temmuz 2020)
SON SÖZ:
Açık söylüyorum, o gün "Çözüm Süreci"nde HDP'nin yapamadığını, bugün "Terörsüz Türkiye" sürecinde DEM de yapamıyor. Adalet Bakanı'nın, "Top oynamıyoruz" diyerek tepki göstermesine neden olan "Top hükümette" çıkışıyla, geçmişte yaşananlardan ders çıkarmamışçasına adeta çamura yatıyor. Fakat, bunun böyle olması beni şaşırtmıyor. Zira PKK'yı var eden DEM olsaydı, beklenen inisiyatifi belki alabilirdi, ama PKK, DEM'i var ettiği için etkisiz eleman hükmünden çıkamıyor. Dolayısıyla eğer PKK kendini feshedecekse hiç vakit kaybetmeden DEM'in de kendini feshetmesi gerekiyor. Üstelik yerine benzer bir partinin de kurulmaması lazım. Siyaset yapmak isteyen Kürtler de tıpkı Türkler gibi Türkiye içinde ve Türkiye için kurulmuş Ak Parti, CHP, Anahtar Parti, Saadet Partisi ve benzeri yerlerde siyaset yapmalılar.