"Bursa eyi, Bursa güzel… Eminim ki ben bâsübadelmevt orda olurdu."
diye yazmıştı Niyazi Akıncıoğlu, 1943’te bir hançerin kabzasında “Bıçakçı Remzi” imzasını gördükten sonra. Çocuklukla başlar bazen aidiyet. Bilek olur, ustura olur, yaraya tuz olur ama nankör olmaz o Bursa bıçakları. Çünkü o çelikte bir hafıza vardır.
Çünkü Bursa’da çelik, sadece şekil değil; gelenektir, sabırdır, alın teridir.
Dün işte tam da bu duyguyla Balibey Han’ın üçüncü katında yeni bir sayfa açıldı. Bursa Büyükşehir Belediyesi, kadim kentin bıçakçılık geçmişine vefa borcunu ödemek üzere Bursa Bıçak Müzesi’ni resmen açtı. Üstelik yalnızca bir müze değil bu. 23-25 Mayıs tarihlerinde düzenlenecek Uluslararası Bursa Bıçak Festivali ile birlikte sanatla zanaatın, geleneğin teknolojiyle harmanlandığı yeni bir buluşmanın da habercisi.

Zanaatkârın ellerinde bıçak, sadece bir alet değil; kimliktir. Ve bu müze, o kimliği taş duvarlar arasına hapsetmek yerine, dijitalle, animasyonla, uygulamayla canlı tutma iddiasında.
Kökü Osmanlı, gövdesi cumhuriyet, ucu yarına bakan çelik…
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in ifadeleriyle “gençlerin düşlerini yeşertecek” bu yeni açılım, yalnızca sergi objelerinden ibaret değil. Geçmişte “el tezgâhı” olan bu sanatın, bugünün endüstri dünyasında da karşılık bulmasını amaçlayan bir vizyonla örülü.

Bir zamanlar küçük esnaf dükkânlarında parıldayan bıçakların, şimdi festivalde Avrupa’dan gelen ustaların atölyelerinde yeniden can bulacak olması, Bursa’nın bu konuda iddiasının sadece nostaljik olmadığını gösteriyor.
Atatürk Kültür Merkezi Merinos Yerleşkesi Fuar Alanı’nda gerçekleşecek festivalde, Türkiye’nin 12 farklı ilinden ve Almanya ile Fransa’dan gelen 150 firma stant açacak. Ayrıca usta bıçakçıların hünerlerini sergileyecekleri atölyeler düzenlenecek. Alanında uzman isimler ise bilgi ve deneyimlerini paylaşacakları söyleşilerle festivale katkı sunacak.
Müze ve festival etkinliği sadece “bıçakçılık” değil; bir kültürel hafızanın restorasyonu. Tıpkı Bozbey’in vurguladığı gibi: “Balibey Han’ın tarihi ruhunu yaşatmak” kadar, onu bugünün diliyle konuşan bir mekâna dönüştürmek de hedefleniyor. Açılan sadece bir müze değil, aynı zamanda bir direniş. Kendi kültürel değerine, el emeğine, sabırla dövülmüş çeliğe karşı bir sahiplenme.

Niyazi Akıncıoğlu’nun dizeleri gibi. Zanaat da böyle bir şeydir aslında. Zamana karşı direnirken bazen unutulur, bazen yüceltilir. Ama kıymetini bilen için hep bir mihenk taşıdır.
Bursa Bıçakçılar Derneği’nin, Pirge Bıçak’ın ve diğer ustaların desteğiyle yürütülen bu çaba, sadece geçmişi yad etmek değil, geleceğe dokunmaktır. Bugün festival alanlarında çocukların ellerine verilen küçük çekiçler, yarının ustalarının bilinç altına çentik atacaktır.
Ve elbette kolay olmamış bu günlere gelmek. 700 yıl önce Osmanlı'nın çekirdeğinde dövülen ilk bıçakla başlayan yolculuk, bugün Fransa’dan Almanya’ya, 150’den fazla katılımcının yer aldığı uluslararası bir sahneye taşınıyor. Mesele yalnızca ticaret değil, tanıtım da değil…

Mesele bir kültürü diri tutmak, yaşatmak, ona hak ettiği saygıyı göstermek.
Bursa’nın “sadece tekstil ve otomotiv şehri” olmadığını anlatan bir yanıt. Sıcak çeliğin, serin sabırla buluştuğu bu kentte; her biri ustasının adıyla anılan hançerlerin, kama uçlarının, bıçak sırtlarının da bir tarihi olduğunu hatırlatmak için.
“Ülfetim böyle oldu, methini böyle duydum” diyor şair. Bursa’yla herkesin tanışması başka türlü olur. Kimi bir bıçak kabzasında okur adını, kimi bir şadırvanda görür suretini, kimi de Balibey Han’daki bu yeni müzede hisseder geçmişin izini…
Ama ne olursa olsun, sonuç aynı kapıya çıkar:
“Bursa eyi, Bursa güzel.”
Ve biz, bu şehirde yaşarken, bu mirası geleceğe taşımakla yükümlüyüz.
Tüm ustalara selam olsun… Ve bu ustalığı bir sergi değil, bir festival ruhuyla kente taşıyanlara da…
DENETİM VAR, ARITMA YOK: MARMARA'YI KONUŞMAK YETMİYOR
Marmara Denizi bir süredir yeniden sessiz çığlık atıyor. Renk değiştiriyor, soluk alıp vermesi güçleşiyor, içindeki yaşam, teker teker valizini toplayıp başka sulara göç ediyor, kalan deniz canlıları ise ölüyor. 2021 yılında yaşadığımız müsilaj kriziyle birlikte geçti derken önlem alınmadığı için kabus davul zurna çalarak geri döndü.
Çünkü biz Marmara’nın istediğini yapamadık.
Dün Bursa’da düzenlenen ‘Marmara Denizi’nde Müsilaj ile Mücadele’ toplantısı, bu ayıbın bir daha yaşanmaması için yapılanlardan ve yapılması gerekenlerden oluşan bir muhasebe niteliğindeydi. Ev sahibi Marmara Belediyeler Birliği Başkanı ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’di. Açık konuştu: "Marmara Denizi, 'Ben ölüyorum' dediğinde kıyılarımıza müsilaj vurdu. Bugün hâlâ üç temel meselede yol alamadık."

Evet, hâlâ ileri biyolojik arıtma tesisleri yetersiz. Hâlâ organize sanayi bölgeleri tam kontrol altında değil. Ve hâlâ Marmara’nın yüzde 60’ını kirleten evsel atıklar için sistematik bir çözüm yok.
Bozbey’in dikkat çektiği bir başka gerçek de şu: Nilüfer Çayı, su kalitesi açısından “üçüncü sınıf” yani “kötü” durumda. Ayvalı Dere deseniz daha da vahim. 155 kaçak deşarj tespit edilmiş ve betonla kapatılmış. Ama sorun sadece bu değil; sorun bu betonlama işleminin “ilk kez şimdi yapılabiliyor” olması. Bu da bir başka utanç vesikası.

Öte yandan bu hafta Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı da Bursa’da denetim atağına kalktı. 35 çevre denetim personeli ve 8 mobil laboratuvar sahada. 376 sanayi tesisi ve 91 arıtma tesisi denetleniyor. Bakanlık yetkilisi Barış Ecevit Akgün, son üç yılda Marmara Havzası’nda 2.288 denetim yapıldığını, 2.896 işletmeye 1,8 milyar liralık ceza kesildiğini ve 268 işletmenin faaliyetinin durdurulduğunu açıkladı.
Bu rakamlar kulağa büyük geliyor ama sormak gerekiyor: 1.8 milyar liralık ceza demek, kirlilik durdu anlamına mı geliyor? Bu cezalar caydırıcı mı, yoksa sadece “hesaba yazılan” kalemler mi?
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökan Zeybek’in konuşmasında dikkat çeken bir başka sorun var: Yetki karmaşası. OSB’lere ruhsat verme yetkisi Bakanlıkta, denetim Büyükşehirlerde. Bu denklemde sorumluluk paylaşımı mı var, yoksa sorumluluktan kaçış mı? Marmara gibi hayati bir bölge için bu karmaşa artık sürdürülemez.

Gerçek şu ki, Marmara’nın temizliği birkaç konuşma ve protokolle sağlanamayacak kadar büyük bir mesele. İleri biyolojik arıtma tesisi olmadan konuşmak kolay, yapmak zor. Denetim personeli ne kadar iyi çalışırsa çalışsın, eğer sistemik kararlılık olmazsa eldeki numuneler temiz değil, sadece “usule uygun” olur.
Son söz
Bozbey’in Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na çağrısı işin çözümünün yol haritası, “Yer seçimine destek verin, finansman konusunda belediyeleri dövizle borçlandırmayın.” Bu talep siyasetin değil, doğrudan kamu sağlığının talebidir. Çünkü Marmara sadece coğrafi bir bölge değil, aynı zamanda ekolojik bir yaşam havzasıdır.
Marmara bize hâlâ sesleniyor. Ama bu kez sessiz çığlıklar değil, yüksek tonda uyarılarla… Biz bu sesi duymaya ne kadar istekliyiz?
Ve en önemlisi: Marmara’nın ölüm ilanını mı yazacağız, yoksa doğum belgesini yeniden mi düzenleyeceğiz?
Zaman daralıyor, tercih bizim.