Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Türkiye ekonomisinin önümüzdeki üç yılı için hazırlanan 2026-2028 Orta Vadeli Program (OVP)’yi açıkladı.
OVP’ye göre, enflasyon 2025’te yüzde 28,5, 2026’da yüzde 16, 2027’de yüzde 9 ve 2028’de yüzde 8 seviyesine gerileyerek kalıcı bir tek haneli döneme geçmesi öngörülüyor. Yılmaz, “Kararlılık ve disiplinle yürütülecek politikalar sayesinde fiyat istikrarı sağlanacak” diyerek bu hedeflerin uygulanabilirliğine dair güven verdi.

Büyüme tarafında ise 2026’da yüzde 3,8, 2027’de yüzde 4,3 ve 2028’de yüzde 5 olarak öngörülüyor. Doç. Dr. Yüksel Okşak, büyüme hedeflerinin küresel enerji fiyatları ve döviz kuru gibi dış faktörlere bağlı olarak gerçekleşeceğini hatırlatıyor ve programın riskleri konusunda uyarıyor.
İşsizlik oranı, 2025’te yüzde 8,5, 2028’de ise yüzde 8’in altına çekilmesi hedefleniyor. Cari işlemler dengesi ve bütçe disiplininde öngörülen iyileşmeler, ekonomik dayanıklılığı artırmayı ve dış şoklara karşı koruma sağlamayı amaçlıyor. Yılmaz, özellikle sosyal politikaların ve kamu yatırımlarının bu dengeyi destekleyeceğini vurguladı.
Bursa Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Bursa Hakimiyet Gazetesi yazarı Doç. Dr. Yüksel Okşak, OVP rakamlarını detaylı biçimde analiz etti.
Okşak’a göre, büyüme ve enflasyon hedefleri oldukça iddialı. 2025 büyümesinin ilk çeyrekte yüzde 2, ikinci çeyrekte yüzde 4,8 olarak gerçekleşmesi, yıl sonu hedefi olan yüzde 3,3’ü tutturmak için üçüncü ve dördüncü çeyrekte ekonomik dalgalanmalar yaşanabileceğini gösteriyor. 2026 için belirlenen yüzde 16’lık enflasyon hedefi ise iyimser bir tahmin olarak öne çıkıyor.

Okşak, 2028’e yönelik hedeflerin iktidar açısından kritik önemde olduğunu belirtiyor: yüzde 5 büyüme ve yüzde 8 enflasyon, seçime girilmesi halinde siyasi tabloyu güçlendirecek “muhteşem” rakamlar olarak tanımlanıyor. Kişi başına gelirde orta gelir tuzağından çıkış hedefi de OVP’nin uzun vadeli perspektifini ortaya koyuyor. Bu bağlamda, 2028 yılına kadar herhangi bir erken seçim gündemde görünmüyor; ekonomi yönetimi istikrar ve planlı büyüme çizgisinde kararlı adımlar atıyor.
Doç. Dr. Okşak’ın da işaret ettiği gibi, OVP’nin en dikkat çekici yönlerinden biri kişi başına gelir hedefleri. 2028’de 20 bin 987 dolara ulaşılması, Türkiye’nin orta gelir tuzağından çıkışının simgesi olacak. Bu hedefin tutturulabilmesi için yüksek teknoloji üretiminde hızlı bir sıçrama veya mevcut kontrollü kur politikasının devamı gerekiyor. Orta vadeli program, ekonomide istikrarı, büyümeyi ve istihdamı bir arada planlayan ciddi bir yol haritası sunuyor.
OVP, Türkiye’nin önümüzdeki üç yılına dair sadece bir ekonomik plan değil, aynı zamanda siyasi istikrarın, beşeri sermaye yatırımlarının ve dijital dönüşümün de haritası.

Yüksel Okşak’ın değerlendirmeleriyle netleşiyor ki, hedeflerin tutması için planlı adımlar ve sıkı para politikası kritik önemde.
Bu tabloya bakıldığında, 2028’e kadar seçim gündeminde değiliz; ekonomi yönetimi, istikrar ve büyüme çizgisini kararlılıkla sürdürecek.
Bakalım öngörülen hedefler tutacak mı? Çünkü bugünlerde ekonomiyi en çok siyasi gelişmeler etkiliyor.
*****
KONYA’DAKİ BOZGUN GECESİ VE DERSLERİ
A Milli Takım, Konya’da sahaya çıktığında umutlarımız vardı.
Tribünlerin coşkusu, futbolcularımızın Avrupa’nın en büyük kulüplerinde forma giymesi ve İtalyan teknik direktör Montella’nın varlığı, bize en azından dirençli bir oyun izleteceğini düşündürüyordu.
Bir zamanlar özellikle İngiltere karşısında aldığımız tarihi hezimetler 30-40 yıl geride kaldı sanıyorduk. Ancak sahadaki tablo, tarihimizin en ağır yenilgilerinden biri oldu: Türkiye 0 – İspanya 6.

Montella’dan beklenen, İtalyan ekolünün simgesi olan katı savunma düzeniydi, yani katanaçyo’ydu. Ama onun yerine açık kapı gördük. Milli takım oyunu önde kabul etti, alanlar açtı, geriden pasla çıkmaya çalıştı. İspanya gibi bir takım bu ikramı affeder mi? İlk yarı bitmeden skor 3-0 olmuştu bile.
İkinci yarıda ise işler iyice koptu. Açıkçası bu bir averaj maçı olsaydı, İspanyollar 12 gole bile ulaşabilirdi.
Milli takım bugüne kadar Konya’da oynadığı maçlarda genellikle seyircinin coşkusuyla güç bulmuştu. 9 maçta sadece 2 mağlubiyetimiz vardı. Ama üçüncü yenilgi, hem de böyle ağır bir skorla gelince, Konya’nın “uğurlu şehir” imajı da ciddi bir darbe aldı.

Bu maçtan önce gözlerimiz voleybol sahasına çevrilmişti. Kadın Milli Takımımız, Dünya Şampiyonası finalinde İtalya’ya 3-2 kaybetti. Orada kupayı kaldıran taraf biz değildik belki, ama “kazanan ruh” bizdeydi. Oyuncularımız son sayıya kadar savaştı, asla pes etmedi.
Futbol sahasında görmek istediğimiz de tam olarak bu: Pes etmeyen, direnen, son dakikaya kadar inanan bir milli takım.
Futbolda mağlubiyet elbette var. Ama mesele skor tabelasındaki rakamlar değil, sahadaki tavır. İspanya karşısında 6 gol yemek tek başına felaket değil. Asıl felaket, futbolcularımızın oyundan çabuk kopması, mücadele ruhunu yansıtamaması. Oysa bu ülke defalarca futbol mucizelerine imza atmış bir ülke.
Şimdi yapılması gereken, Montella ve ekibinin bu maçı soğukkanlılıkla analiz edip, aynı hataların tekrarına izin vermemesi. Çünkü önümüzdeki maçlarda alınacak her puan, Dünya Kupası yolculuğunda çok kritik olacak. Ama her şeyden önce, taraftarın güvenini yeniden kazanmak için sahaya “mücadele ruhunu” koymak gerekiyor.
Konya’daki 6-0 sadece bir skor değil, bir uyarıdır. Futbolun asıl değeri, ruhunu sahaya yansıtabilmektir. Bunu voleybolcularımız gösterdi. Şimdi sıra futbolcularda.