Her şeyin fabrika ayarlarıyla oynadığımız bir çağda, doğanın geri bildirimlerine kulak tıkamak artık lüks değil, bedeli olan bir gaflet. Bursa’da düzenlenen Türk Dünyası Tarım Zirvesi işte tam da bu noktada, geçmişin aklıyla geleceğin yükünü omuzlamak isteyenler için anlamlı bir durak oldu.
Zirvede kürsüye çıkan eski tarım bakanı ve AK Parti Artvin Milletvekili Faruk Çelik’in sesinde yalnızca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da büyük önem verdiği Milli Tarım Politikası stratejisinde imzası bulunan deneyimli bir siyaset duayeninin uyarısı yoktu; aynı zamanda bir Bursalının içten, hatta biraz da hüzünlü haykırışı vardı. Onun şu sözleri, dikkatle dinlenmeyi değil, zihinlere kazınmayı hak ediyor:

“Ecdat Uludağ’ın eteklerine yerleşmiş. Biz de Samanlı Dağı’nın eteklerine yerleşseydik ve ovayı kurtarsaydık...”
Boşuna değil bu sitem. Zira ova dediğimiz yer bir beton ormanına dönüştü. Ve biz hâlâ Bursa’nın yeşiliyle övünüyoruz, üstelik şeftali bahçelerini inşaata terk etmişken. Faruk Çelik, bu çarpıklığın yalnızca estetik değil, stratejik bir sorun olduğunu söylüyor. Tarımın bir sektör değil, bir “bağımsızlık meselesi” olduğunu ısrarla anlatıyor. Ve haklı.

Bursa Uludağ Üniversitesi'nin ev sahipliğinde gerçekleşen zirvede işin akademik yanı da ağır bastı. Ancak salondaki herkesin dikkatini çeken, hiç kuşkusuz Faruk Çelik’in öngörüleri oldu. Çelik, nüfus artışına karşılık tarım arazilerinin daraldığına, ithalat lobilerinin gölgesinde yerli üreticinin köşeye sıkıştığına dikkat çekti. Ve en çarpıcı tespiti yaptı:
“Tarımı kaybeden, istiklalini kaybeder.”
Bu cümle, kuru bir politik öneri değil; 40 yılı aşkın kamu tecrübesinden damıtılmış bir uyarı. Çelik’in dile getirdiği gerçekler, sadece Bursa’nın değil, tüm Türkiye’nin kapısına dayanmış riskleri barındırıyor.
Bugün 19 milyon hektara düşen üretilebilir arazi, yarının açlık haritasının bir ön izlemesi gibi. Çelik’in uyardığı gibi, önümüzdeki 25 yılda 700 milyon insanın gıda ve su arayışıyla göç edeceği bir dünyada, bizim hala tarımı ana gündem yapmamamız önemli bir eksiklik.

Zirvede en çok dikkat çeken söylemlerden biri, Faruk Çelik’in şu ifadesi oldu:
“Milli savunma, milli eğitim ne kadar millî ise, tarım da o kadar millîdir.”
Sadece havadan bakan İHA’lara değil, yerden yürüyen traktörlere de aynı önemi vermedikçe; yalnızca sınırlarımızı değil, sofralarımızı da koruyamayız. Çünkü savaşların bile artık gıdayla yapıldığı bir çağdayız. Ve bu çağda, toprak her şeyin temeli.
Zirvenin odağında Türk Dünyası vardı. Fakat mesele sadece kültürel değil, aynı zamanda stratejikti. Faruk Çelik’in dediği gibi, bu coğrafya sadece kardeşlik değil, aynı zamanda üretim birlikteliğiyle güçlenmeli. Ortak tohum bankaları, ortak tarım politikaları, Türk Dünyası’nı 21. yüzyılın gıda krizlerine karşı bir direnç coğrafyasına dönüştürebilir.

Faruk Çelik’i en son vefa iftarında dinlemiştik. Dünyanın gidişatıyla ilgili çarpıcı tespitlerde bulunmuştu. Çelik’in en önemli özelliklerinden biri meselelerin özüne dair çarpıcı değerlendirmeler yapıyor olması. Bu zirvede söyledikleri de yalnızca Bursa için değil, Türkiye için uzun vadeli bir yol haritası niteliğindeydi.
Sözün özü: Tarım artık sadece çiftçinin değil, herkesin meselesi. Çünkü bu işin ucu pazardaki sebzeye, sofradaki ekmeğe, çocuklarımızın geleceğine uzanıyor.
Ve evet, Sayın Faruk Çelik’in dediği gibi:
“Gıda ve su için savaşılan bir dünyaya hazırlanmalıyız. Aksi hâlde, ithalatla doyurduğumuz ülke, yarın dışa bağımlılığın pençesinde kıvranır.”
Kıvranmamak için, bugün adım atmalıyız.
KARANLIĞA KÜÇÜK BİR EKRAN AÇMAK; KÖY ENSTİTÜLERİNİN DİJİTAL MİRASÇILARI
Bursa'nın dört dağ ilçesinden biri olan Harmancık, gelişmişlik endekslerinde ne yazık ki listenin sonlarına doğru yer alıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun en güncel verilerine bakıldığında, Büyükorhan 800’lü sıralarda… Oysa Nilüfer ilçesi Türkiye’nin ilk on gelişmiş bölgesi arasında. Aynı şehirde nefes alan ama birbirinden bu kadar uzak iki dünya…

Bu çarpıklığı herkes görüyor ama harekete geçenler az.
Tam da burada, İstanbul’dan yola çıkan bir grup liseli genç, Harmancık’a yalnızca teknoloji değil, inanç, heyecan ve dayanışma getirdi. Üsküdar Amerikan Lisesi Key Club üyeleri, 19 Mayıs haftasında sosyal inovasyon projesi kapsamında Harmancık’a gelerek hem dijital dönüşümün kapılarını araladılar hem de eğitimin eşitleştirici gücünü bir kez daha hepimize hatırlattılar.

Bu ziyaret sıradan bir gönüllülük faaliyeti değildi. Harmancık Ortaöğretim Okulu’nda açılan bilgisayar ve robotik laboratuvarları, sadece birkaç cihazın montajı değil; çok katmanlı, sürdürülebilir bir eğitim modelinin parçası. ERTEV Vakfı'nın katkısıyla kazandırılan 3D yazıcı, Khan Academy destekli dijital içerikler, gönüllü mentorluk programları, veli bilgilendirme oturumları…
Ama belki de en önemlisi, bu laboratuvarların sadece cihaz değil, umut taşıması. “İstanbul’dan gelen bizlerle Harmancıklı kardeşlerimizi buluşturan dijital köprüler” diyor Key Club’ın kurucu başkanı Alara Onur. Bu köprüler yalnızca veriyi değil, hayali, samimiyeti, sorumluluğu da taşıyor.

Bursa’nın önemli iş insanlarından ve geçen dönemlerde BTSO yönetiminde de görev alan Aytuğ Onur’un kızı olan Alara Onur’un törendeki sözleri çok şey anlatıyor:
“Bir mum diğer muma ışığını verdiğinde ışığından hiçbir şey kaybetmez. Tam tersine, etraf daha da aydınlanır.”
Bu cümlede Harmancık’taki açılıştan çok daha fazlası var. Bu, bugün Türkiye'nin en büyük meselesi olan eğitimdeki fırsat eşitsizliğine karşı gençlerin verdiği sessiz ama kararlı bir yanıt.
Köy Enstitüleri’ni anarak konuşmasını sürdüren Alara Onur, bu projeyi yalnızca bir yardım değil, bir inanç hareketi olarak tanımlıyor. “Kader gayrete âşıktır” diyor. Ne büyük tevazu ve kararlılık.
Düşünün ki, İstanbul’un en köklü liselerinden birinde okuyan gençler, üniversite hazırlık stresine, kendi geleceklerine odaklı sistemin yarattığı baskıya rağmen, Harmancık’a geliyorlar.

İşin en etkileyici kısmı belki de şu: Bu çocuklar yardım etmeye değil, birlikte üretmeye geliyor. Öğrencilerle interaktif atölyeler yapıyorlar, birlikte mentorluk oturumları düzenliyorlar. Eğitimin yalnızca içerikten ibaret olmadığını, birlikte deneyimlemenin de öğrenmenin en güçlü yollarından biri olduğunu gösteriyorlar.
Üstelik bir seferlik bağış da değil. Sürecin ilerleyen aşamalarında Harmancıkli öğrencilere ve ailelerine yönelik eğitimler ve destek devam edecek.
Bu adımlar önemli. Bir grup gencin açtığı bu kapıdan başka umutlar da geçecek belki. Başka şehirlerden, başka liselerden…

Alara Onur konuşmasını Atatürk’ün şu cümlesiyle bitiriyor:
“Eğitimdir ki bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır ya da esaret ve sefalete terk eder.”
Bir laboratuvar açmakla dünyayı değiştiremezsiniz.
Ama bir öğrencinin hayalini değiştirebilirseniz, belki de o hayal bir gün dünyayı değiştirir.