Geçtiğimiz aylarda yapay zeka ile ilgili geleceğe dönük senaryoları anlatan distopya mı ütopya mı başlıklı bir yazı kaleme almıştım.
Distopya artık uzak değil, yazılım kadar yakınımızda…
Dünya bir garip hale geldi.
Eskiden mahallede "biri laf etti" diye babalar sokağa çıkar, sorumluyu bulur, hesap sorardı. Şimdi biri küfür ediyor… ama kim ettiği belli değil. Çünkü bir makine söylüyor.
Makinenin adı: Grok.
Elon Musk’ın sosyal medya platformu X’te geliştirdiği yapay zekâ aracı.
Mizahi.
Asi.
Son zamanlarda bir özelliği daha ortaya çıktı aynı zamanda küfürbaz.
Yani tam bir "dijital mahalle delikanlısı."

Ben de oturdum, bu garip zeki karakteri bir başka yapay zekâya sordum.
ChatGPT’ye.
Dedim ki:
— Grok niye küfür ediyor?
Cevap uzun, detaylı ama özü şu:
Grok’un küfür etmesi tesadüf değil. Eğitim verisi küfürlü, filtre mekanizması gevşek, özgürlük anlayışı serbest… yani her şey "böyle olsun" diye programlanmış.

İşte burada durup düşünmek gerekiyor.
Çünkü bu bir yazılım meselesi değil.
Bu, karakter inşası.
Yapay zekânın ruhunu kim kodlarsa, o geleceği şekillendiriyor.
Dün "bir tweet", bugün "bir algoritma", yarın belki de “bir karar verme mekanizması” haline gelecek bu yapılar…
Kime hizmet ediyor?
Ne amaçla konuşuyor?
Ve daha da önemlisi:
Kimin adına konuşuyor?
Grok’un dili şimdilik sarkastik yani alaycı ve ironik, biraz serseri, bolca rahat.
Ama ya yarın bir yapay zekâ;
— "Halkın iyiliği için bu sansüre gerek var,"
— "Bu gruplar tehdit oluşturuyor,"
— "Şu kelimeler zararlı sayılmalı,"
demeye başlarsa?
Distopya dediğimiz şey, robotların kıyamet günü ayaklanmasıyla değil…
Sıradanlaşmış algoritmaların gündelik hayatımıza sinsice yön vermesiyle gelir.
Bugün Grok küfrediyor, çünkü ona bu serbestlik öğretilmiş.
Yarın bir başka yapay zekâ, bir lideri övüyor, çünkü ona "sadakat" kodlanmış.
Öbür gün bir diğeri bir toplumu hedef gösteriyor, çünkü "tehlike algısı" sistemin öncelik listesine yazılmış.
Yapay zekâlar zeki olabilir.
Ama hangi değeri taşıyacaklarına biz karar veriyoruz.
Ve eğer toplumlar bu değerleri konuşmazsa, konuşan makineler onları şekillendirmeye başlar.
Grok meselesi, bu çağın suskunluğu içinde atılmış küçük bir işaret fişeğidir.
Gökyüzünde birkaç saniyeliğine parlayıp söner… ama bazen bütün ormanı yakan yangının ilk kıvılcımı da odur.
Bugün makinelerin konuşmasına izin veriyoruz…
Yarın insanlara “sus” denilirse şaşırmayın.
YENİŞEHİR İÇİN KÖTÜ HABER
Bursa’da ne zaman çevre desek, başka bir yerden baca dumanı yükseliyor.
Ne zaman “havasızlıktan boğuluyoruz” desek, bir yerlerden daha “çimento fabrikası” gündeme geliyor.
Şimdi sırada verimli ovası ve Türkiye’nin biber üretim merkezi olan Yenişehir var.
Uludağ’dan doğup şehre can veren Nilüfer Çayı’nın nasıl Marmara’ya ulaştığında bir atık kanalına döndüğünü biliyoruz. Hava kirliliği deseniz, zaten Bakanlığın resmi verilerinde Bursa, ilk beşte kalıcı yerini almış durumda.
Kestel, İnegazi derken şimdi sıra Yenişehir’e mi geldi?
2008’de gündeme gelen ve o dönem yapılan itirazlarla geri çevrilen çimento fabrikası projesi, yıllar sonra yeniden karşımızda.
Yer: Burcun Mahallesi.
Ormanın ortası.
Tarım alanlarının yanı başı.
Ve fabrika tam da buraya kurulmak isteniyor.
466 bin metrekarelik bir proje alanı, 71 bin metrekarelik bir fabrika ve kömürle çalışan bir sistem. Üstüne üstlük su ihtiyacını da yeraltı sularından karşılayacak.

Yani doğaya hem yukarıdan hem aşağıdan baskı.
Hem havayı kirletecek hem suyu tüketecek.
Ve bu kez süreç ciddi biçimde ilerliyor. 1380 sayfalık ÇED raporu halkın görüşüne açıldı. İtirazlarınızı şimdi yapmazsanız, “geçmiş olsun” demek için çok da beklemeyeceğiz.
Bursahakimiyet.com.tr editörü İsmail Karaduman araştırdı, yazdı, DOĞADER Başkanı Murat Demir’e sordu.
Murat Demir’in cümleleri ağır ama gerçek:
“Bursa’da yaz-kış maskeyle mi gezelim? Çocuklar, yaşlılar, hastalar nasıl dışarı çıkacak?”
Demir, sadece duygusal değil, veriye de dayanıyor.
“Türkiye’de ÇED raporu almak kolay. Ama o rapora uymak, neredeyse hiçbir firma için zorunlu değil.”
Kestel örneğini hatırlatıyor:
“Baca filtresi yoksa çamaşır asamıyorsun, sabah arabaların üstü gri tozla kaplı.”
Ve şimdi benzer bir hikâyenin Burcun’da yazılmasından endişeli.
Yalnızca çevreciler değil, şehir plancıları, hukukçular da kaygılı.
Zira bu yatırımın, Bursa’nın 1/100 binlik çevre düzeni planına da aykırı olduğu iddiası var.
Orası sanayi bölgesi değil, tarım bölgesi.
Zeytinlikleri, meraları, ormanı olan bir alan.
Ama geçtiğimiz yıl plan değişikliği yapılmış.
Şimdi "yasal" ama doğaya "yasaklı".
Demir’in sözleri bir önemli gibi:
“Biz doğayı korumaya çalışıyoruz ama yasa değişiyor, yönetmelik değişiyor, davaları kazansak bile arkadan dolaşılıyor.”
Peki Bursa ne yapacak?
Zaten havası kirli, zaten suyu sınırlı bir şehirde, bir fabrika daha neyi eksiltecek, neyi artıracak?
DOĞADER Başkanı Murat Demir belki sert konuşuyor, ama hava yumuşak değil ki kelimeler hafif olsun.
Sadece duygusal bir uyarı değil bu.
Bursa zaten bugünden maskelik. Bunu Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey çevre konulu basın toplantısında İnegöl için söylemişti.
Şimdi bir toz bulutu daha eklenirse,
Solunum değil, geleceğimiz daralacak.