Geçmiş, insana sadece acılarını değil, derslerini de miras bırakır. Ama geçmişten ders almayanlar, geleceğini de sağlıklı kuramaz.
O yüzden tarihimizdeki çok önemli kırılma noktalarını unutmamak ve gelecek nesillere aktarmak zorundayız.
İşte bu yüzden, geçmişin acılarını ve derslerini unutturmamak için bugün bu satırları kaleme alıyorum.
Genellikle İzmir’in kurtuluşu, Büyük Taarruz’un ve dolayısıyla Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın sahadaki son sahnesi olarak anılır. Ancak bundan tam iki gün sonra, 11 Eylül 1922’de gerçekleşen Bursa’nın kurtuluşu çoğu zaman gölgede kalır. Oysa Bursa, Yunan ordusuna karşı verilen mücadelenin sonuçlandığı son şehirlerden biridir.
Bursa’nın kurtuluşu ayrıca sembolik bir anlam taşır. Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti olan bu şehrin düşman işgalinden alınması, milli mücadelenin ruhunda bambaşka bir yere sahiptir. Çünkü Bursa’nın işgali, 8 Temmuz 1920’de gerçekleşmiş ve o gün, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gözyaşlarıyla anılmıştır. İki gün sonra kabul edilen bir önergeyle TBMM kürsüsü siyah bir örtüyle, yani “puşide-i siyah” ile kaplanmış, bu örtü Bursa kurtulana kadar kürsüden kaldırılmamıştır.
İşgal yıllarında yaşananlar Bursa halkını ve tüm milleti derinden yaralamıştır. Yunan subaylarının Orhan Gazi ve Osman Gazi’nin türbelerine girerek hatıra fotoğrafı çektirmeleri büyük infiale yol açmıştır. Mehmet Akif Ersoy, bu acıyı ünlü “Bülbül” şiirinde dile getirmiş, Orhan Gazi’nin kabrinin “çiğnenmesini” satırlarına taşımıştır.
Meclis kürsüsündeki siyah örtü, sadece bir yas sembolü değil, aynı zamanda bir hatırlatma idi. Her bakıldığında milletin bağrındaki yarayı görünür kılıyordu. Burdur milletvekili İsmail Suphi Bey, kürsüye çıkarak Yunan işgalinin zulümlerini tek tek dile getirdi. Bursa Ulu Camii’nin bombalanmak istendiğini, Nilüfer Hatun’un kabrinin tekmelenip tahrip edildiğini anlattı.

Bu tartışmalar üzerine Mustafa Kemal Atatürk, tarihten bir örnek hatırlatarak kararını verdi: Kudüs Haçlı işgali altındayken Selahaddin Eyyubi, sarığındaki beyaz sargıyı çıkarıp siyah sarık takmış ve Kudüs kurtulana kadar bu haliyle dolaşmıştı. Atatürk de aynı kararlılıkla Bursa kurtuluncaya kadar TBMM kürsüsünün siyah örtüyle kaplı kalmasını istedi.
Ve o örtü tam 2 yıl, 2 ay, 2 gün boyunca kürsünün üzerinde kaldı. Milletvekilleri her oturumda o siyah örtüye bakarak utandı, hicap duydu, işgalin acısını yüreklerinde taşıdı.
11 Eylül 1922’de, 48. Süvari Alayı 3. Bölük Komutanı Şükrü Naili (Gökberk) Bey’in Bursa’ya girerek Belediye binasına Türk bayrağını çekmesiyle bu yas sona erdi. Puşide-i siyah kaldırıldı. Sadece Bursa değil, Türk milletinin maneviyatındaki işgal de o gün son buldu.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, o günleri yıllar sonra şu sözlerle özetlemişti:
“Uçurum kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için aralıksız devrimler… İşte Türk genel devriminin bir kısa deyimi…”
ÇEMİŞGEZEK’TEN BURSA’YA UZANAN KAHRAMANLIK
Kurtuluş Savaşı’nın tarihi, adı anılmayan kahramanlarla doludur. Onlar fotoğraflarda yoktur, resmi törenlerde anılmazlar. Ama yaptıkları fedakârlık olmasa bugün özgürlük türküsü söylememiz de mümkün olmazdı.
Ama Bursa’nın kurtuluşu sadece o siyah örtünün kaldırılmasıyla değil, adı sanı unutulmuş nice kahramanın fedakârlığıyla mümkün oldu.
Bursa’nın kurtuluşuna dair unutulmuş hatıralardan biri de Çemişgezekli Kurmay Binbaşı Haydar Bey’in öyküsüdür. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin çıkardığı “Bursa Günlüğü” dergisinde, Süleyman Işık’ın kaleminden bu yiğit komutanı okumuştum.

Haydar Bey, Orhaneli Bölge Komutanı’dır. İşgal öncesi emeklilik ister ama Mustafa Kemal Paşa onun gitmesine izin vermez: “Dağ Müfrezesini kuracaksın” der. O da emrindeki 500 yiğitle dağlara çıkar.
Dağakça, Epçeler, Şeytanbudaklar… Karargâhını burada kurar. 24 bin kişilik Yunan tümenini tam 2,5 gün boyunca durdurur. Bursa’nın yakılıp yıkılmaması için Türk ordusuna hareket alanı açar.

Ama bir top mermisinin şarapneliyle şehit düşer. Fotoğrafı yoktur, mezarı yoktur. Daha acısı, üzerine asfalt dökülmüş, izi kaybolmuştur.
Müfrezesi ise savaşmaya devam eder. Oyalayarak Bursa’nın kurtuluşuna zemin hazırlarlar. Bugün isimlerini bilmesek de o dağlarda verilen mücadele, Bursa’nın 11 Eylül sabahı özgür nefes almasını sağlamıştır.
Süleyman Işık’ın dediği gibi, belki de bu kahraman için yapılacak bir anıt mezar, yalnızca bir vefa değil, aynı zamanda milletin kendi tarihine gecikmiş bir özür borcu olacaktır.
Bugün Bursa’nın kurtuluşunun 103’üncü yıl dönümünü kutluyoruz. Ama sadece kutlamıyoruz; hatırlıyoruz. O siyah örtüyü, Mehmet Akif’in dizelerini, Şükrü Naili’nin atını, o dağlarda can veren isimsiz kahramanları… Ve elbette Çemişgezekli Binbaşı’yı da unutmamak lazım.
Çünkü unuttuklarımızı hatırladıkça, özgürlüğün kıymetini daha derinden hissediyoruz.