Avrupa’nın göbeğinde, medeniyetin gölgesinde yaşanan en büyük insanlık suçlarından biri olan Srebrenitsa soykırımının üzerinden tam 30 yıl geçti.
Yani, üç kuşaklık bir zaman… Ama ne annelerin gözyaşı kurudu ne çocukların sesi sustu. Ne de adaletin eksik kaldığı gerçeği değişti.
Tarih 11 Temmuz 1995.
Sözüm ona Birleşmiş Milletler’in koruması altındaki Srebrenitsa’da, 30 bin sivil, Ratko Mladic’in komutasındaki Sırp ordusuna teslim edildi. Erkekler kadınlardan ayrıldı. Beş gün boyunca, en az 8 bin 372 Boşnak erkek sistematik şekilde katledildi. Çocuklar bile… Toplu mezarlara atıldılar. Parçalanmış bedenleri yıllar sonra DNA testleriyle tanınabildi. Bugün hâlâ 1000’den fazla kurbana ait en küçük iz bile bulunabilmiş değil.

Bu yıl 30’uncu yıl anmalarında 7 kurban daha toprağa verilecek. Onlardan biri, 30 yıl sonra bir mezara kavuşacak olan Fata Bektic… En yaşlı kurban. Onun hikâyesi de en az soykırım kadar acı. Kızı Behija, annesinin birkaç kişisel eşyasıyla teselli bulmaya çalışıyor. Kemik parçalarına kavuşması tam 3 on yılı aldı. Tıpkı annesinin gömüldüğü yeri kürekle kazan dört genç gibi, adaletin de üstü 30 yıl boyunca toprakla örtüldü.
Srebrenitsa’da yaşanan bu kara leke sadece Bosna’nın değil, bütün insanlığın alnında hâlâ duruyor. Ama ne yazık ki tarih bir kez daha tekerrür ediyor.

Bu kez farklı bir coğrafyada; Filistin’in kıyıya sıkışmış şeridinde, Gazze’de.
Srebrenitsa’da çocuklar “Anne, bizi küçük kurşunlarla mı öldürecekler?” diye soruyordu. Bugün Gazze’de çocuklar, “Her şeyi cennette Allah’a şikâyet edeceğim” diyerek ölüyor.
Bu sözler retorik değil, acının gerçeğidir. Soykırımın adresi değişiyor ama yöntemi, sessizliği ve suç ortakları aynı kalıyor.

İşte tam da bu yüzden bu yılki 11 Temmuz anması daha derin, daha sembolik ve daha acı verici bir anlam taşıyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, her yıl olduğu gibi bu yıl da Srebrenitsa’daki anma törenlerinde en üst düzeyde temsil edilecek.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yoğun programı nedeniyle katılamayacak. Onu temsilen TBMM Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş orada olacak. Ve bu önemli törende ona eşlik edecek isimlerden biri de uzun süredir bu davaya sahip çıkan, TBMM Milli Savunma Komisyonu Başkanvekili, Bosna-Hersek Dostluk Grubu Başkanı, AK Parti Bursa Milletvekili Refik Özen olacak.
Refik Özen’in bu konudaki hassasiyetine ve duruşuna uzun süredir şahidiz.

Yıllardır TBMM çatısı altında yürüttüğü Bosna-Hersek dostluğu, sıradan bir görevin çok ötesinde. Onun için bu coğrafya sadece bir dış politika başlığı değil, bir vicdan meselesi. Bir insanlık sınavı.
Bugün TBMM’de soykırımı anlatan bir konuşma yaparak kurbanları anacak.
Bosna yolculuğu öncesi görüştüğümüz Özen, şunları söylüyor:
“Srebrenitsa’da çocuklar annelerine ‘Bizi küçük kurşunlarla mı öldürecekler?’ diye soruyordu. Günümüzde Gazze’de çocuklar ‘Her şeyi cennette Allah’a şikayet edeceğim’ diyor. Srebrenitsa ve Gazze çocukları artık cennette komşu oldular.”
Ve en önemli vurgusu; Geçmişte Srebrenitsa soykırımının suçluları nasıl yargı önüne çıkıp cezalandırıldıysa Gazze’de insanlık suçu işleyenleri de aynı son bekliyor.
Bu söz, sadece bir milletvekilinin değil, bir halkın, bir neslin ve bir inancın sesi gibiydi.
Sadece geçmişin değil, bugünün de tanığı olmak, sadece anmak değil, anlamak da gerekiyor. Refik Özen’in sözleri bu bağlamda bir çığlık gibiydi. Sadece Gazze için değil, insanlık için atılmış bir çığlık.
Gazze ve Srebrenitsa…
Biri “Batı’nın ortasında”, diğeri “Doğu’nun sınırında”… Ama failler ortak: Sessiz kalanlar!
Aynı mezar sessizliği, aynı utanç, aynı barbarlık.
O yüzden Aliya İzzetbegoviç’in sözleri bugün hâlâ bu yazıya son cümle olacak kadar anlamlı:
“Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz.
Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”
Bugün Gazze’de olan tam da budur. Çünkü dünya, Srebrenitsa’yı unuttu.
Unutmadık Bilge Kral…
Unutmayacağız!
Çünkü unutursak, tekrar yaşarız!
BURSA’DA ULAŞIM UCUZDU, ŞİMDİ EN PAHALILAR ARASINDA
Bursa’da kent içi ulaşıma yapılan zamların yankısı sürüyor.
Bursa’dan tam 1.300 kilometre öteden gelen bir elektronik posta da bu yankılardan biriydi.

Erzurum Teknik Üniversitesi’nde ulaşım alanında doktora yapan İnşaat Mühendisi Ahmet Ünal, uzun süredir Bursa’nın kara ve deniz ulaşımına ilişkin teknik raporlar hazırlıyor. Bu kez uzaklardan ama içerden bir gözle, son ulaşım zamlarını değerlendirmiş.
Ünal, kuru bir eleştiri yerine verilerle örülmüş bir durum tespiti yapıyor. Ve soruyor:
“Bir zamanlar ‘en ucuz ulaşım’ başlığıyla haber olan Bursa, şimdi neden en pahalı ulaşım başlığının altında anılıyor?”
Haklı bir soru. Çünkü son bir yılda biniş ücretlerine yapılan toplam artış, TÜİK’in yıllık üretici enflasyon oranlarını da, asgari ücretteki artışı da geride bırakmış.
Geçtiğimiz yıl 20 TL olan tam biniş ücreti, önce 26 TL, şimdi ise 35 TL’ye ulaşmış durumda. Oysa İstanbul’da son UKOME toplantısında zam teklifi reddedilince biniş ücreti 27 TL’de kaldı. Ankara 26, İzmir 25 TL ile seyrediyor.
PEKİ BURSA NEDEN ÖNE GEÇTİ?
Bu sorunun yanıtı elbette sadece zam oranlarında değil. Abonman sisteminin kaldırılması gibi uygulamalar da vatandaş açısından dezavantaj oluşturuyor. Ulaşım hizmeti bir bütündür; fiyat, erişim, süreklilik ve adaletli dağılım kadar duygusal aidiyet de bu bütünü tamamlar.

Ünal’ın önerileri bu anlamda dikkat çekici. Özellikle 06.00–08.00 saatleri arasında yapılacak binişlerin yüzde 50 indirimli olması önerisi, hem sanayi bölgelerinde çalışan emekçilerin yükünü hafifletir hem de trafik sıkışıklığını azaltabilir.

Yine asgari ücretle çalışanlara yönelik 50 binişlik ücretsiz destek paketi fikri de sosyal belediyecilik anlayışıyla örtüşüyor. Üstelik ulaşım zammı, vatandaşı bisiklete yönlendirmek amacıyla yapılıyorsa, bu kez de “peki bisiklet yolu nerede?” sorusu karşılıyor bizi.
Ahmet Ünal’ın şu hatırlatması ise teknik açıdan kayda değer:
Eğer zamlar TÜİK’in yıllık verilerine dayanıyorsa ve bu oranlar 6 aylık süreçte hayata geçiriliyorsa, aradaki uyumsuzluk tepkiyi büyütür.