Bursa, 5 gün süren orman yangını korku tünelinden dün itibarıyla çıktı.
Yangın söndü ama Bursa’nın ciğeri yandı.

Kestel, Gürsu, Orhaneli ve Harmancık’ta binlerce hektarlık ormanlık alan, alevlerle kavruldu. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in açıklamasına göre, Gürsu’da 600 bin Harmancık’ta da 2 milyon 300 bin ağaç yandı.
Orman yangını dediğimizde aklımıza hâlâ yalnızca ağaçların gelmesi büyük bir eksiklik.
Oysa Bursa Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burak Arıcak’ın uyarısı çok net: Bu yangınlar yalnızca gövdesi yanan ağaçları değil, orman ekosistemini yok ediyor. Yani toprağı, mikroorganizmaları, kuş yuvalarını, karıncaları, sincapları ve o ağaçların gölgesinde serinleyen insanları da…

“Bu alanların eski hâline dönmesi en az 10 yıl sürer” diyor Arıcak. Ve ardından önemli bir uyarıda bulunuyor: “Orman, doğanın kendine ait bir ritmiyle yenilenir.” Önce rüzgâr, yangından geriye kalan toprağa yeniden tohum taşır. Sonra doğa, sabırla yeşermeye başlar. Devletin eli de burada devreye girer. Nisan–mayıs aylarında Orman Genel Müdürlüğü hem tohumla hem fidanla ağaçlandırma çalışmasını başlatır. Ama bu, bir çiçek diker gibi değil; bilimsel bir hassasiyetle yapılır. Çünkü yanlış müdahale, ekolojik dengeyi daha da bozabilir.
Bu nedenle “yangına dayanıklı türler dikelim” önerisi kulağa hoş gelse de, Arıcak’a göre tehlikeli bir yanılgı. Çünkü Bursa’daki kızılçam ve karaçam gibi türler, bu coğrafyanın kadim sakinleridir. Yüksek reçine içerikleri nedeniyle yangına hassas olabilirler, ama bu onların buraya ait olmadığı anlamına gelmez.
O yüzden “Burası yandı, Karadeniz'den getirip ladin dikelim” demek, iklimsel gerçekleri göz ardı etmektir.
Arıcak bir istisnayı da not düşüyor: “İnsan temasının yüksek olduğu yol kenarlarında daha dirençli türler kullanılabilir. Bu uygulama, ormanlara tampon bölge oluşturur.” Yani yangının yerleşim alanlarına ulaşmasını önleyecek koridorlar… Ancak bu bile bilimsel temellere dayanmalı, ezbere yapılmamalıdır.
Bu felaketten öğrenmemiz gereken şey açık: Orman sadece yeşil bir görüntü değil; yaşamın ta kendisi. Ve onu anlamadan, koruyamayız.
YANGIN UÇAĞI: ÇÖZÜM MÜ, VİTRİN Mİ?
Bursa’da alevlerin yükseldiği her yerde bir başka tartışma daha yükseldi: “Bizim neden yangın uçağımız yok, yangına neden gece müdahale edilmiyor?’
İlk bakışta haklı gibi görünen bu soru, derinlemesine incelendiğinde başka sorunları da beraberinde getiriyor. Bu konuda Prof. Dr. Burak Arıcak’ın açıklamaları, meseleyi teknik çerçeveye oturtuyor. Diyor ki:
“Belediyelerin yangın uçağı alması hukuken mümkün değil. Ayrıca bu iş sadece uçak almakla da bitmiyor. Uçuşu yapacak pilotun, yangınla mücadele konusunda özel eğitim alması gerekir.”
Bir başka dikkat çekici tespit ise şu: Türkiye, yangın söndürme uçaklarını ve helikopterlerini büyük oranda Rusya ve diğer ülkelerden, uçuş garantisiyle kiralıyor. Yani bu işin hem ekonomik hem de teknik boyutu var. Uçağınız olsa da onu yönetecek sisteminiz yoksa sadece bir gösteri aracı olur.
Arıcak, esas çözümün merkezi yönetimde olduğunu söylüyor: “Bu sistemin Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yürütülmesi gerekir. Uçağın sahibi olmak değil, sistemin bir parçası olmak önemli.”
Üstelik sadece pilot değil, yer koordinasyonundan su teminine kadar onlarca parametreyi eş zamanlı çalıştırmak gerekiyor. Yangın söndürme, bir "uçuş" değil, bir lojistik harekât meselesi.
O hâlde soruyu şöyle soralım: Yangın çıktığında vitrinlik uçak mı istiyoruz, yoksa gerçekten alevleri söndürecek bütüncül bir mücadele modeli mi?
DR. ESGİN: ALGI DEĞİL, HAKİKAT KONUŞSUN
Sahada alevlerle mücadele sürerken, sosyal medya başka bir yangına ev sahipliği yaptı. Görüntüler, iddialar, suçlamalar, karşı suçlamalar… Ve bu yangına bir serin cümle gerekti. AK Parti Genel Merkez Teşkilat Başkan Yardımcısı ve önceki dönem Bursa Milletvekili Dr. Mustafa Esgin, bu noktada bir açıklama yaptı.

Esgin’in yaklaşımı teknik olduğu kadar siyasi sorumluluk taşıyan bir dil içeriyordu. Özetle şunu söyledi:
“Yanan ormanlarımız kadar, birlik ruhumuz da tehdit altında. Felaket anlarında birlik olmamız gerekirken, algılarla birbirimizi yıpratıyoruz.”
Esgin’in verdiği rakamlar çarpıcıydı: Bursa'da; 35 hava aracı, 855 kara aracı, 2684 personel, vatandaşlarımızın da desteğiyle fedakarca bir mücadele verildi. Türkiye genelinde 27 uçak, 105 helikopter, 14 İHA yangınlarla mücadelede görevde. Üstelik bu sayı, Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında oldukça yüksek. İspanya 14 uçak, Fransa 23 uçakla bu süreci yönetiyor. Türkiye ise İHA kullanımı konusunda Avrupa’da birinci sırada.

Gece uçuşlarıyla ilgili tartışmalara da açıklık getirdi. “Gece görüşle bir helikopterin seyir hâlinde olması başka, 15 metre yükseklikten su bırakması başka. Bu operasyon çok risklidir ve faydası da sınırlıdır” dedi.
Esgin’in en çarpıcı vurgusu şu cümleyle geldi:
“Yalan, doğruları gölgelememeli. Algı, olgunun önüne geçmemeli.”
Bu çağrı, siyasetten çok sağduyuya sesleniyor. Felaketin diliyle değil, aklıyla konuşmanın zamanıdır diyor. Çünkü yangın söner, ama bölünmüşlük kalırsa işte o asıl felakettir.
ORMANIN DİLİNİ ÖĞRENMEYE İHTİYACIMIZ VAR
Bursa, birkaç günde 3 bin futbol sahasına yakın ormanını kaybetti. Ama aslında yanan sadece toprak değildi; doğayla olan bağımız, belleğimiz, ortak yaşam kültürümüz de küle döndü.
Prof. Dr. Burak Arıcak’ın deyimiyle “ulaşamadığın yer senin değildir.” Ormanı tanımak, onunla yaşamayı öğrenmek zorundayız. Uydu görüntülerinden izlenen, İHA’larla gözetlenen bir orman sistemimiz olabilir ama doğanın ne dediğini hâlâ anlayamıyorsak, eksik yaşıyoruz demektir.
Artık tartışmaları bir yana bırakıp, bu yangınları bir milat olarak görmeliyiz.
Sadece yananı değil, yeniden yeşerteceğimiz alanları da düşünmenin zamanı.
İLETİŞİM’E BURSA İMZASI
Uluslararası ilişkiler, hele ki Orta Doğu ve Kafkaslar gibi istikrarsız coğrafyalar söz konusu olduğunda, meselelere derinlikli bakış geliştirebilmek kolay değildir. İşte Prof. Dr. Ferhat Pirinççi’yi yıllar önce Bursa Uludağ Üniversitesi’nden tanıdığımızda, onun bu alanlara dair yaklaşımı tam da bunu sağlıyordu: Soğukkanlı, akademik, ama bir o kadar da millî menfaat odaklı…
Zamanla SETA gibi stratejik düşünce kuruluşlarında çalıştı, devletin Orta Doğu politikalarına dair önemli analizler ve kitaplar kaleme aldı. Gözlem Kulesi programımızın kıymetli konuklarından biriydi. Sonrasında Türkiye Çevre Ajansı Başkanlığı gibi önemli bir görev üstlendi.

Ve şimdi yeni bir adım…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla Prof. Dr. Ferhat Pirinççi, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Başkan Yardımcılığı görevine atandı. Hem akademik hem de bürokratik tecrübesiyle bu kritik görevde ülkemizin iletişim stratejisine önemli katkılar sunacağına kuşku yok.
Pirinççi hocanın yaptığı sosyal medya paylaşımı da, bu göreve nasıl bir sorumluluk bilinciyle yaklaştığını gösteriyor. Hem Cumhurbaşkanına hem de İletişim Başkanı Prof. Dr. Burhanettin Duran’a duyduğu vefayı ifade ederken, “hak ve hakikat mücadelesi” gibi kavramlara verdiği anlam dikkat çekici.
Geçtiğimiz günlerde Bursa Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ferudun Yılmaz, TRT Yönetim Kurlu Başkanlığı’na atanmıştı. Ankara’ya yalnızca siyasetle değil, nitelikli insan kaynağıyla katkı sunan bir Bursa’dan söz ediyoruz artık.
Prof. Dr. Ferhat Pirinççi’ye yeni görevinde başarılar diliyoruz.