Yıllar önce rahmetli Yaşar Kemal’in dudaklarından dökülen, Anadolu irfanının bir özeti gibi duran o sözü hiç unutmadım:
“Zulmün artsın ki tez zeval bulasın...”
Ne zaman bir zulüm haberi gelse kulaklarıma, o söz gelir aklıma. Hele ki haber ekranlarında Madleen gemisine yapılan baskını dinlerken, zihnim beni yıllar öncesine, Bosna'nın hüzünlü coğrafyasına götürdü.
Srebrenitsa...
Ölüm yolu...
Marş Mira yürüyüşünde birlikte yürüdüğümüz binlerce yürek. O günlerde hepimiz insan kalabilmenin utangaç onurunu taşıyorduk. Şimdi yine benzer bir onur, Akdeniz’in ortasında vicdanları dalga dalga sarsıyor.
Gazze’ye yardım taşımak için yola çıkan 18 metrelik yelkenli Madleen, sadece bir gemi değil. O, karanlığa karşı yakılmış bir meşale. O meşalenin altında Türküyle, Fransızıyla, Brezilyalısıyla, hatta İsveçli Greta Thunberg’iyle insan kalabilmenin çağrısı var.
Ama ne yaptı İsrail?
Uluslararası sularda yardım taşıyan o gemiye baskın düzenledi.
İçinde kadın, genç, siyasetçi, gazeteci ve aktivistlerin olduğu Madleen’e çıkıldı, 12 insan gözaltına alındı. Üzerlerine kimyasal sıvılar döküldü, gemi kaçırıldı, insanlar susturulmak istendi.
Bu vahşet ve hukuksuzluk, sadece Madleen’e değil, tüm insanlığa yapılmıştır.
Tarih çok iyi bilir ki, insan haklarını, vicdanı, barışı ve adaleti hedef alan her kurşun, dönüp sahibini bulmuştur.
Srebrenitsa'da olduğu gibi…
Hatırlayın...
Aradan geçen yıllardan sonra bile Uluslararası Adalet Divanı, Srebrenitsa’yı “soykırım” olarak tanıdı.
Karaciç müebbeti aldı. Mladic aynı şekilde.
Çünkü zalimin saltanatı sürmez.
Çünkü zulmün sonu tez zevaldir.
Bugün Netenyahu ve ekibi belki kameraların önünde meydan okuyor olabilir. Ama insanlık vicdanı geç de olsa harekete geçer.
Ve işte o gün geldiğinde, bugün Gazze’de açlıktan ölen bebeklerin, bacakları kopan çocukların, yıkıntılar altındaki anaların hesabı bir bir sorulacaktır.
MADLEEN, İNSAN KALABİLMENİN KANITI
Madleen insanlığın Gazze’ye doğru açtığı vicdan yelkeniydi. Bu yolculuk, sadece yardım taşıyan bir gemi değil, insan onurunun sembolüdür. Bu yolda can yeleklerini giyip ellerini havaya kaldıran o aktivistlerin duruşu, bir neslin utançla değil, direnişle anılma kararlılığıdır.
Ve ne mutlu bize ki, Türkiye iktidarıyla muhalefetiyle bu vicdanın yanında duruyor.
İnsanımız bir kez daha sadece susmakla kalmıyor, sesini çıkarıyor:
“İsrail artık bir terör devletidir.”
“Bu saldırı insanlığa yönelmiş bir suçtur.”
“Adalet ve hukuk önünde hesabı sorulmalıdır.”
Bugün belki yine o sessiz çoğunluk susacak. Belki Batı yine üç maymunu oynayacak.
Ama tarih notunu düştü bile.
Zulüm büyüdükçe, yıkımı da yakın olur.
Madleen bugün sadece bir gemi değil.
Madleen, Filistinli çocukların gözlerindeki umut.
Madleen, insan onurunun son sınır hattı.
Madleen, insan kalabilmenin kanıtı.
İşin üzücü bir tarafı da şu; Bir buçuk milyar Müslüman bir avuç aktivist kadar cesur olamadı. 45 yıllık bir gemi İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan daha çok ses getirdi
Şimdi soruyorum:
İnsanlığın utandığı bu çağda, susanlardan mı olacağız, yoksa Madleen’in yolcuları gibi onurumuzu mu savunacağız?
Bu konudaki kararı vermek hiç de zor değil… Tıpkı ateşe atılan İbrahim’e bir damla suyu taşıyan karınca misali safımız belli olsun…
Yaşasın insanlık onuru, var olsun özgür Filistin!
OSMANGAZİ’DEN AVRUPA’YA YEŞİL BİR İMZA
Bazen bir kalemin ucu, sadece kâğıda değil, geleceğe de dokunur.
Çevre kirliliği ve küresel iklim değişikliği sonuçlarının artık sadece kutuplarda eriyen buzullarla ya da uzak diyarlardaki kasırgalarla sınırlı olmadığını, tam da yaşadığımız şehirlerin kalbinde, her gün soluduğumuz havada, içtiğimiz suda ve beton blokların arasındaki daralan yeşil alanlarda hissettiğimiz bir gerçek haline geldiği dönemde, Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın’ın Portekiz’in Braga kentinde attığı imza tam da böyle bir anlam taşıyor.
Eurocities çatısı altında hazırlanan ve karbon salımını azaltmayı hedefleyen “Call to Action” sözleşmesi artık Osmangazi’nin de taahhüdü. Türkiye’den bu anlaşmayı imzalayan ikinci belediye olmamız tesadüf değil; bir vizyonun, bir gelecek hayalinin sonucu.
Erkan Aydın diyor ki: “Bu imza sadece bir protokol değil; gelecek kuşaklara yaşanabilir bir kent bırakma kararlılığımızın ifadesidir.” Bu cümle, satır aralarına saklanmış bir politika beyanından fazlası. Çünkü artık şehirler betonla değil, doğayla kurduğu ilişkiyle anlam kazanıyor. Kent dediğin, yalnızca yollar ve binalar değil; çevresiyle barışık, kaynaklarını verimli kullanan bir canlı organizma gibi yaşamalı.
Braga’da atılan imza, yalnızca Avrupa haritasında bir nokta değil; Osmangazi’nin geleceğinde açılan yeni bir sayfa. Kültürel mirasın enerji verimliliğiyle buluştuğu, yeşil enerjiye yatırımın kentsel hizmetlere yön verdiği bir vizyon bu. Başkan Aydın’ın deyimiyle, “sürdürülebilir kent yönetimi” artık masa başı planlarından çıkıp, uluslararası sahnede somut adımlara dönüşüyor.
Yol uzun, dünya hassas… Ama umut, Braga’dan Osmangazi’ye uzanan o imzada saklı. Geriye sadece bu umutla çalışmak, üretmek ve sözün altını kalın çizgilerle doldurmak kalıyor.