Dünyanın neresine giderseniz gidin, siyasetle sermaye arasındaki ilişki hiçbir zaman kopmamıştır. Zaman zaman bu ilişki perde arkasında kalır, bazen de gözümüzün önünde cereyan eder. Bir işadamı düşünün; seçim sürecinde inandığı siyasetçiye maddi ve manevi destek veriyor, uçak sağlıyor, kampanyasını finanse ediyor. Sonra o siyasetçi seçimleri kazanıyor, gücünü artırarak en tepeye, başkanlığa kadar ulaşıyor. Ve vefa zamanı geldiğinde, bu işadamı el üstünde tutuluyor: siyasi görevler, kayırılan ihaleler, ekonomik avantajlar…
Bu hikâye size tanıdık gelmiş olabilir. Zira bu, sadece bir ülkeye özgü değil; küresel siyasetin gayet tanıdık bir sahnesi. Ancak bu kez sahne Amerika Birleşik Devletleri ve başrolde Donald Trump ile Elon Musk var.
Trump, siyasete iş dünyasından gelen bir isim. Musk ise dünyanın en zengin adamı ve ABD’nin “teknolojik yüzü.” Trump’ın seçim zaferlerinde Musk’ın desteğinin olduğu ortada. Bu yakın ilişki sonucunda, Trump yönetimi Musk'ın şirketlerine yönelik düzenleyici engelleri azaltma ve daha elverişli politikalar oluşturma eğiliminde oldu. Örneğin, Tesla'nın elektrikli araçlarına yönelik sübvansiyonların korunması ve otonom araçlarla ilgili düzenlemelerin gevşetilmesi gibi adımlar atıldı.
Ayrıca, Trump, Beyaz Saray'da düzenlenen bir etkinlikte kırmızı bir Tesla Model S satın alacağını duyurarak Musk'a ve Tesla'ya olan desteğini açıkça gösterdi. Bu hareket, Tesla'nın satışlarını ve piyasa algısını olumlu yönde etkiledi. Anlayacağınız üzere bu ilişki “ihale alıp köşe dönme” hikâyesi değil. ABD gibi yapısal kurumlarla örülü bir ülkede bu ilişkinin karşılığı çok daha sistematik bir şekilde, politika üzerinden veriliyor.
Nitekim Trump yönetimi, Nisan 2025 itibarıyla dünya ticaretine adeta bir şok dalgası gönderdi: genel ithalatlara %10, otomotive özel %25 gümrük vergisi. Alman otomotiv devlerinin, Japon ve Koreli markaların Amerika pazarına girişini neredeyse imkânsız hale getiren bu uygulama, doğrudan ve en çok Tesla’yı etkiledi. Ancak düşündüğümüzün aksine, bu etkiler olumlu değil, şimdilik olumsuz.
İlk bakışta "ABD dışından gelen arabalar pahalılaşırsa, Tesla tekel olur" gibi görünüyor. Ama işin aslı daha karmaşık.
Tesla'nın tedarik zinciri küresel. Batarya hücrelerinden çiplere kadar birçok bileşen yurtdışından geliyor. Yani, vergi sadece rakipleri değil, Tesla’nın kendi maliyetlerini de artırıyor. Dahası, dünya çapında yükselen tepkiyle birlikte, diğer ülkeler ABD’ye misilleme tarifeleri uyguluyor. Bu da Tesla’nın Avrupa ve Asya’daki satış potansiyelini daraltıyor. Hisse senetleri düşüyor, Musk’ın serveti geriliyor.
PEKİ TRUMP’IN AMACI NE?
Trump’ın savunduğu şey net: "Amerikan üretimini Amerika’da yapalım, istihdamı içeride büyütelim." Yani evet, maliyet artsa da üretim iç pazara kaydırılsın. Ama bu sadece bir ekonomik karar değil; jeopolitik bir yeniden yapılanma çabası. Cari açığı azaltmak, ABD ekonomisini yeniden sanayileştirmek gibi daha büyük hedeflerin aracı.
BU TÜRKİYE İÇİN FIRSAT MI?
Çin, Hindistan, Vietnam, Endonezya gibi ülkeler bu tarifelerden ciddi şekilde etkilenirken, Türkiye’nin %10 gibi görece düşük bir gümrük vergisine tabi olması önemli bir fırsat sunuyor. ABD, kendi üretim kapasitesini oluşturana kadar, bazı ürünleri Türkiye’den tedarik etmeyi tercih edebilir. Türk sanayicisi, bu belirsiz küresel tabloda doğru pozisyon alırsa, “Amerikan pazarında boşalan raflar” için ara tedarikçi rolünü üstlenebilir.
Trump-Musk ilişkisi; sermaye ile siyasetin yalnızca çıkar ilişkisi olmadığını, zaman zaman sistemin yönünü değiştirebilecek etkiler yaratabildiğini gösteriyor. Gümrük tarifeleri küresel ticaretin DNA’sını sarsarken, bu değişimin içinde Türkiye gibi ülkeler için de fırsatlar doğabilir. Ancak bu fırsatlar, ancak doğru stratejiyle avantaja çevrilebilir.
Son olarak şunu da ifade edelim: Bu süreçte Musk, Trump'ın ticaret danışmanı Peter Navarro ile kamuoyunda tartışmalara girmiş. Navarro, Tesla’nın çoğu parçasının yurtdışından temin edildiğini iddia ederek, Musk’ın bir otomobil üreticisi değil, yalnızca bir montajcı olduğunu söylemiş ve bu sözleri Musk’ı oldukça kızdırmıştır.
Musk ise cevaben, Navarro’yu “moron” ve “bir çuval tuğladan daha aptal” şeklinde sert ifadelerle eleştirmiştir. Navarro’nun ekonomi bilgisini de hedef alan Musk, ABD ile Avrupa arasında “sıfır tarifeli” bir serbest ticaret bölgesi oluşturulması gerektiğini savunmuştur.
Bu olay, Trump yönetimi içerisindeki ticaret politikalarına dair görüş ayrılıklarını ve özellikle serbest ticaret ile korumacı politikalar arasındaki gerilimi açıkça ortaya koymuştur. Ah bu danışmanlar...