Portekiz’i 40 yılı aşkın bir süre 3 ‘f’ ile yönettiği anlatılır, Salazar’ın.
Biri fiesta, yani eğlence demek, o da diktatörün sınırlarını çizdiği kadar, onun uygun gördüğü dozda bir eğlence.
İkincisi için ‘Fado’ denir, Portekizli balıkçılar, denize açıldıktan sonra eğer geri dönemezlerse eşlerinin yaktığı ağıt…
Bizdeki karşılığı kader, bir nevi madencilerin başına gelenler, ya da depremde kaybettiğimiz onca insanımızın ardından kurulan cümlelerin içinde olmasına özen gösterilen sihirli kelime…
Ve elbette üçüncüsü de futbol.
Ezilenlerin, sömürülenlerin, emeği iç edilenlerin, henüz doğar doğmaz düzen koyucu/koruyucular tarafından beyinlerine sokulan futbol…
Tutkulu ebeveynlerin, rengarenk zıbın ve kıyafetlerle hangi amaca hizmet ettiklerini bile fark etmeden alet oldukları en güçlü ağrı kesici organizasyon.
Buraya kadar, bir çoğumuzu içine çeken bu öğrenilmiş çaresizliğe yüksek sesle itiraz edemiyoruz, uyuşmaktan/uyutulmuşluktan belki de gizli gizli haz alıyoruz eyvallah da…
Bu imtiyazlı kulüplerin, borç içinde kıvranırken, bankalar onları burnundan yakalamışken, bir anda sanki define bulmuş gibi rahata ermelerini, ülke futbolunun toplam değeri 150 milyon dolardan bir cent bile fazla etmezken, bunun yarısına denk gelen bir miktarı sadece bir futbolcuya ödemiş olmalarını, daha üç ay önce mütekabiliyet esasına uygun olarak, hocaları yöneticileri başkanları birbirini yerken, bu transfer döneminde herkesin çatışmayı bırakıp kendi hormonlu büyümelerine odaklanmasını, daha dün ihraç ettiklerimizin önüne bugün çuvalla para döküp ithal etmelerini, TEMİZ bir dille izah edebilecek bir babayiğit yok mu?
Bu değirmenin suyunu bir anda köküne kadar açan kim?
Normal bir işletme olsa geçen sene kapısına kilit vurulması gereken bu kulüpleri bugün finansal açıdan ihya eden güç nedir?
Amaaaan, benimki de soru işte, memleket yanarken, elinde tarak, aynanın karşısında kimler varsa onlar tabi.
Ancak bilinmeli ki, bu yaptıkları çok büyük bir kötülük.
Rekabetin zayıfladığı her işte, kazandıklarını zannedenler, aslında esas kaybedenlerdir.
Afyon bu…
Etkisi, bu imtiyazlılar Kapıkule’den dışarı adım attıklarında bütün etkisini kaybediyor, gerçekler bir tokat gibi suratlarında patlıyor.
Düşünün…
139 kulübün girdiği bu sınavda, yıllardır sadece üç imtiyazlı kulübe her seferinde cevaplar el altından veriliyor, 136 gariban soruları kendi bilgisiyle çözmeye çalışıyor, nitekim çözenler de bir elin parmaklarını geçemiyor.
Sonra da İstanbul her sınavda tam puan alan, sözde zeki olduklarını düşünen/düşündürten üç şampiyon çıkarıyor.
Dışarı çıktıklarında ise kuyruğu kıstırıp erkenden eve dönmeleri adeta milli bir spora dönüşüyor.
Kapitalist burjuvaların ülke futbolunu getirdikleri durum ortada. Utanç verici bir çöküş yaşıyoruz ve her alanda olduğu gibi bunu da başarıymış gibi halka yutturmaya devam ediyorlar.
Futbolu afyonun etkisinden kurtarıp, kökten çözümler üretmedikçe bu kısır döngünün dişlileri arasında ezilmeye devam ederiz.