Şundan eminim; birçoklarımız en sert şekilde eleştirdiğimiz, hatta bir sosyal medya geleneği haline dönüştürülen “kantarın topuzunu kaçırmak” suretiyle neredeyse gördüğümüz ilk anda yüzüne tükürmeyi bile ciddi ciddi düşündüğümüz bir futbolcuyla, bir restoranda, kafede yahut caddede karşılaşsak, ilk isteyeceğimiz şey, birlikte özçekim yapmak olacaktır.
Yanınızda eğer bir de bebek çocuk varsa, kucağına vermek, miniklerin tarihine bir anı daha boca etmek güçlü bir ihtimaldir.
Tabi bunu, kindar ve güzel olan her şeye muhalif bir tavır sergileyenler için söylemiyorum, onlar sokaktaki çöp tenekesini durup dururken tekmeleyen, bir ağacın yemyeşil dallarını eğip bükmeye, kırmaya çalışan, kedi köpeğe eziyet eden tipler ki, bu canlılar, zaten bizim kapsama alanımızın çok dışında.
Onlar, filenin sultanlarını ekran karşısında izlerken de, yanındakilere “bak şimdi nasıl fileye takacak servisi” diye içten içe dua eden, kendi dışındaki herkesi başarısız görmekten zevk alan, kötülükten beslenen varlıklar. Çevrenizde vardır mutlaka böyle karakterler, uzak durmanızda fayda var derim.
Neyse mevzu derin, fikirsel vurgun yemeden acil yüzeye geri dönelim…
Diyoruz ki, küllerinden doğmaya ramak kalmışken, camianın insicamını bozmaya heves eden, en küçük bir problemi devasa ve çözümsüz bir krizle karşılaşmışız gibi algı yaratmaya gayret eden, mükemmeliyetçilik hastalığının pençesine doğru bizi ittirmeye çalışanlara itibar etmeyelim, prim vermeyelim, şımartmayalım bu tipleri.
Önce ne beklediğini değil ne istediğini bilecek insan.
Hem basamakları üçer beşer tırmanalım, hem ayağımız kaymasın, hem de fiyakamız bozulmasın demek, abartının da ötesinde kötücül bir açgözlülük değildir de nedir?
Henüz üç hafta olmuş sezon başlayalı ama istiyoruz ki, bütün sistem kusursuz işlesin, hem yenelim, hem de rakibe top göstermeyelim, her vurduğumuz gol olsun, tek pozisyon bile vermeyelim, geri çekilmeyelim, takım arkaya yaslanmasın, biz yaslanalım koltuğa da öyle maç izleyelim.
Yok öyle bir dünya…
Tohumu toprakla buluşturduğun an ürün almak mümkün mü?
Çapası var, gübresi var, sulaması var, sabahın ilk ışıklarından, öğlenin kavurucu güneşine kadar, emek ister, çaba ister, hasat denen şey, vakit ister, vakit…
Çabuk ve zahmetsiz elde edilen her şeyin ömrü kısa olur, yavan olur, tatsız olur.
Bakın biz geçen sene bir hata ettik.
Hedef, bu senenin iskelet kadrosunu oluşturabileceğimiz bir takım mühendisliği ortaya koymak olsa da, bu yıl için yığınla transfer yapmak zorunda kaldık. Geçen seneden kalan kaç oyuncu var onbirde; iki…
İyi de niyet bu değildi…
Şimdi transferin son gününde hala aklımız dışarıda.
Sahip olduklarımızın kıymetini bilmezsek eğer, buna hiç bir finansal güç dayanamaz, katlanamaz.
Gardropta daha giymediğimiz onca kıyafet var ama bizim gözümüz hala mağaza vitrinlerinde.
Bir de takılmışız bir sistem tartışmasına, üçlü mü oynar bu takım, dörtlü mü hocaya veriyoruz satırı…
Adem hoca ner’den bilsin tabi, biz bu işin ilmini okumuşuz, kim bizim elimize su dökebilir?
Bizim meselemiz taktik ve formasyon meselesi değil, hele kadro yetersizliği hiç değil.
Bu kadronun ihtiyacı olan şey, zaman, içten bir sevgi ve güven.
Bunları veremediğimiz her gün bize yazar.