Haberlere bak.
Edremit'te iki kişiyi öldüren firari ikisi polis 7 kişiyi de yaraladı.
Ayrıca bu olayla bağlantılı olacağı düşünülen bir cinayet de var.
Aynı gün bir başka şehrimiz Antalya'da benzer durum.
Sokak ortasında iki ölü daha.
Her gün benzer haberler duyuyor, okuyoruz.
Hep aynı manzara…
Tartışma, öfke, silah, ölüm.
Ülkenin neresine baksak elinde silahla gezen birileri var.
Soruyor insan ister istemez:
Türkiye'de silah taşımak serbest mi?
Ne zaman serbest oldu bu kadar?
Yasak devam ediyorsa bu silahlar ne?
Yasalar hâlâ açık:
Silah taşımak hâlâ yasak!
Ruhsatlı silahın bile sınırı var.
Ama sokaklarda olan biten başka bir gerçeği gösteriyor.
Silah yasak ama herkesin elinde var.
Peki bu nasıl oluyor?
Nereden buluyorlar?
Nasıl buluyorlar?
Yasa sert demek ki uygulama yumuşak.
Yani, kâğıt üstünde yasak ama pratikte serbest gibi…
Sonra bir bakıyoruz, küçük bir tartışma bile “ölümle” sonuçlanıyor.
Eskiden yumrukla biten kavgalar, şimdi silahla bitiyor.
İnsanların sabrı azaldı, öfkesi çoğaldı ama elindeki silah sayısı ondan da fazla.
Bir zamanlar “taşıma ruhsatı” zor alınırdı.
Kişinin can güvenliği, işi, gerekçesi tek tek incelenirdi.
Şimdi ruhsatlısı, ruhsatsızı birbirine karıştı.
Silahın sayısı arttıkça toplumun güven duygusu azaldı.
Oysa güvenlik, sokaktaki polisin belinde değil, vatandaşın vicdanında başlar.
Ama biz o vicdanı kaybediyoruz sanki.
Bir yanlış sollama, bir ters bakış, bir miras meselesi...
Her şeyin sonu silah.
Bu kadar silah nereden geliyor?
Kaçak mı, ruhsatlı mı, kime ait?
Bu soruların cevabı “güvenli ülke” olmanın da cevabıdır.
Türkiye’nin asıl ihtiyacı “silahlanma özgürlüğü” değil, silahsız huzurdur.
Yoksa her gün aynı haberi okur, aynı öfkeyi duyar, aynı acıyı yaşarız.
Ve sonunda hep aynı soruya döneriz:
“Bu silahlar nereden bulunuyor?”