Suçun vasfı elbetteki önemli.
İnsan yaşamına kast etmiş, cana mala zarar vermiş, sapık emeller içinde bulunmuş, casusluk yapmış, terör faaliyetleri organize etmiş, içinde aktif rol almış, uyuşturucu ve benzeri işler içinde kalmış insanlarla ilgili tutuklama kararıyla…
Fikrini ortaya koymuş.
Yaşananlar üzerinden yorum ve haber yapmış; işi zaten bu olan gazetecileri, siyasetçileri tutuklu yargılamak…
Kolayca anlatılabilir, herkesi ikna edebilir bir durum değil.
Mesele burada Fatih Altaylı da değil.
Birçok gazeteci süreç içinde benzer şeyler yaşadı.
Kaçma şüphesi var mı?
Nereye kaçacak?
Böyle bir düşüncesi olsa zaten imkânı olan biri.
Çeker gider Avrupa’ya, oradan yazarçizer.
Fatih Altaylı muhalif isimler arasında sayılabilir mi?
Bu da tartışmalı.
Cumhur İttifakı’na dönük eleştirileri kadar CHP'ye de benzer tonda eleştirileri olan bir isim.
Hatta çok daha ağırını yapıyor.
Fatih Altaylı gibi gazeteciler üzerinden çizgisi belli gazetecilerin hizaya çekilemeyeceğini artık herkes anlamıştır.
Duruşu mevsimler gibi olan insanlar üzerinde belki…
Amerika’nın İsrail-İran hava savaşına füzeleri, hayalet uçaklarıyla dâhil olduğu bir günde Fatih Altaylı'nın “Sözlerim çarpıtılıyor, konuşmamın bir kısmını kesip yayınlamışlar” diye verdiği ifade sonrası tutuklanıp cezaevine gönderilmesinin gerçekleştiği süreç içinde öne çıkan bir durum daha var.
O da…
Zeytin yasası…
Sofralarımızın sağlık tanrıçasıyla iktidarlar bir türlü anlaşamadı.
Sağlık Bakanlığı, toplumu sağlıklı beslenme konusunda uyarıp, tavsiyelerde bulunurken, bu konu üzerinde çalışmış bilim insanları zeytin ve zeytinyağının faydaları üzerinde kafa patlatıp, öneri üzerine öneri yaparken…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, doğası gereği yerin altını üstünü getirme konusunda önceliğini bakırdan, altından, kömürden, sizin bizim adını bilmediğimiz madenlerden yana kullanıyor.
Tabiatına aslında uygun davranıyor.
Davranmayan çevreyi koruması gereken Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı…
Davranmayan Tarım ve Orman Bakanlığı…
Ya da şöyle diyelim, bakanlıklar arasında eşgüdüm yok.
Elbette madenler çıkarılsın.
Ekonomiye kazandırılsın.
Ama sadece çıkarmak için zeytinlikleri, ormanlıkları, tarım alanlarını bizim çıkardığımız madenleri işleyip bize yüz katı fazla satacak ülkeler için heba etmeyelim.
Örneğin Kanadalı altın firması için Kazdağları’nı yok etmeyelim.
Erzincan’daki gibi açılmış altın madenlerinde işçilerin ölümüne yol açan kazaları gözümüzün önüne getirelim.
Munzur Dağı’nın eteklerinde yaşamı başkalarının kazanç kapısı olacak madenler için yok edip, o doğayı, o akarsuları zehirlemeyelim.
Bu ülke bizim.